20071101

festival gibi

Uzun süre önce, tanıdık isimler görebilmek umuduyla akbank caz festivalinde bugüne kadar çıkmış isimlere göz atmıştım ve notlarımı bir kenara almıştım. Bu notlarımı derleyip paylaşacağım bu yazıyı yazarken aklımda olanları özetlemek gerekirse: bir: Kaçırdığım ve sevdiğim isimler bir daha gelseler de izlesem. artık isimlerini gördüğüm zaman heyecanlanacağım kesin. iki: Umarım ileri günlerde de etkinliklerde tanıdık isimleri -bolca- görebilirim. üç: Cazdaki chill-out ve elektronik tınılarının paylaşıldığı etkinlikler desteklenmeli ve her yıl daha da artmalı:)... dört: bu seneki caz festivali reklamı oldukça hoşuma gitmişti:) blogum renklensin, siz de festival havasını tadın azıcık:



2006, 16. akbank caz festivali:
Alice Russell
Plak Şirketi: Tru Thoughts
Quantic Soul Orchestra'nın ana vokali, zenci ses rengine sahip olduğu söylenebilecek İngiliz bir kadın. Soul-caz müzikle dans öğelerini birleştiren pek çok kayıtta kendisini duyabilirsiniz. İlk albümü, diğer sanatçılarla beraber yaptığı çalışmaların bazılarını derlenmiş olduğu "Under The Munka Moon" idi, sonrasında "My Favourite Letters" isimli, kendi şarkılarından oluşturduğu albümü çıktı. Az önce Tru Thoughts'un sitesinden öğrendim ki, artık Tru Thoughts'ta yer almıyormuş Alice Russell. nerede olursa olsun takip edicem sonuçta, yeni şarkılarda da sesini duyabileyim de:)

2005, 15. akbank caz festivali
Flanger
Plak Şirketi: Bir dönem Ninja Tune'daydılar. Son kayıtları Nonplace'den çıkmış.
Kayıtlarını dinlerken, amaçlarının sınırları zorlamak olduğunu anladığım bir gruptu. Tekrardan uzak kalmayı, organik ve kompleks bir müzik yapmayı hedefliyorlardı sanırım. Midnight Sound isimli albümleriyle güzel bir giriş yapabilrsiniz bu gruba. Ya da Nuclear Jazz ile (Templates ve Midnight Sound'un yeniden master edilmiş hallerini bir araya getirmişler bu albümde). Canlı enstrümantasyonlarla birlikte, izlemek şarttı:)

Tosca
Önümüzdeki hafta canlı canlı dinleyeceğim isim kendileri:) Heyecan gittikçe tırmanıyor. Konser sonrasında izlenimlerimi aktarıcam mutlaka, o yüzden şimdilik kısa keseyim.

2004, 14. akbank caz festivali
Jazzanova
Derlemelerini yeni yeni takip etmeye başladım. Oldukça ünlüler ve bir DJ karması olarak tanımlanıyorlar. Prodüksiyonlarıyla, chillout ve nu-jazz denildiğinde akla gelen ilk isimlerden Jazzanova. şu ana kadar katkıda bulundukları albümlerden en çok hoşuma giden albümler, Secret Love 1 ve 2 oldu, biraz da folk esintileri sebebiyle:)

2001, 11. akbank caz festivali
Wibutee
Çok başarılı bulduğum bir isim. Çoğunlukla future jazz diye taglemişler nedense:) Demin bahsettiğim Flanger'ın deneyselliğini çoğunlukla kaybetmeden, daha rahat dinlenilebilir bir müzik yaptıklarını söyleyebilirim. Bir de aynı festivalde Erik Truffaz da yer almış. Son kayıtları oldukça geniş bir yelpaze içerisinde bence, ve modernleşmiş halini merak edenlere, son 2-3 albümünü öneririm.

1992, 2. akbank caz festivali
Cassandra Wilson
Delta blues etkileriyle müziğini yapan bir isim. 1993 yılında çıkmış olan ve yeniden yorumladığı şarkılardan oluşan "Blue Light Til Dawn" albümünü bu ismi merak edenlere öneririm. Sakinleştirici, ama hafif hüzünlü, komplo teorileriyle kafanızın karıştığı yaz akşamlarına bire bir :) biraz kişisel oldu son tanım, neyse:)

ve günümüze dönelim, 17. akbank caz festivali:
Nostalgia 77 Octet
Plak şirketi: Tru Thoughts
Bu sene, Tru Thoughts'un önemli isimlerinden biri daha, ülkemizde konser vermiş oldu:) Haklarında biraz daha bilgi verebilmeyi isterdim :(

Bu kadar Tru Thoughts esintisi görünce, merak ettim esintinin kaynağı nedir ve araştırdım: Tru Thoughts'un Türkiye temsilcisi A.k.Müzik'miş. Alice Russell, Nostalgia 77 Octet ve şirket içinde yer alan sanatçılardan karma şarkıların yer aldığı Shapes derlemelerini Türkiye'ye getirmişler. G-Stone'un da temsilciğini almışlar (bknz Urbs, dinlemeniz önerilir. Tosca'nın bazı albümleri de listelerinde görünüyor.)

A.k.Müzik'te dikkatimi çeken bir diğer albüm ise İstanbul Lounge 102'nin çıkarmış olduğu derleme albüm. Basın tanıtımdan: "Soul Seduction bünyesindeki Mole, Couch Records, Dope Noir G-Stone, Opets Club, Swirl Sunshine, Tru Thoughts, Ecco Chamber gibi firmaların yayınladığı ambient, chill out, dub, trip-hop, nu jazz, deep house, broken house ve world müzik tarzlarındaki hepsi birbirinden çok ses getirmiş parçaları Can Tanca, dünyanın önde gelen radyolarına eşdeğerde teknik olanaklara sahip Lounge FM Stüdyolarında derledi."

Son olarak bir isim daha önereyim: nu-jazz'in öncülerinden olarak anılan Bugge Wesseltoft'u keşfettim geçenlerde (açık radyo sayesinde, ki bu başka bir yazının konusu olur umarım:) ). Enstrümanların ön planda kalabildiği bir müzik yapıyor bence Bugge Wesseltoft, Cinematic Orchestra'nın önceki dönemleri kadar sürükleyemiyor belki beni, ama bakış açısı, pek çok yeni ismi derinden etkilemiş olmalı.

Keşke daha fazlasını da paylaşabilsem bu yazıda, malum aralarım uzun oluyor :) Dilediğim kadar bilgi verememiş olsam da, isimleri yeni tanıyanları meraklandırabildiysem, ne mutlu bana.

20070909

Tilen : Polonya'dan sesler

Beğendiğim amatör ruhlu çalışmaları paylaşmaya devam ediyorum haftalardır aklımda olan bir isimle: Tilen.

Tilen, last.fm dahilindeki bir forumda, kişisel çalışmalarını tanıtmaya çalışırken gözüme takılmıştı. Jazz-elektronika kategorisinde dikkat çekmeye çalışıyordu, hayırlısı diyip kayıtlarını indirdim, siz de gönül rahatlığıyla indirebilirsiniz last.fm sayfasından:) Last.fm profilinde Special Necessary Requirement başlığında toparlamış 9 adet kayıdını.

Müziği hakkında da 1-2 ufak izlenimimi aktarayım. Öncelikle stilini orjinal buldum, zaten öyle olmazsa burada sizlere önermem:p Bu 9 adet kayıt, genelde paralel şekilde işliyor, şarkılar da sabit bir yolda, ilginç resimler yakalamak üzerine diye bir tanımlama yapabilirim. Amatör birisi olmasına rağmen kullandığı bazı teknikleri çözebilmiş de değilim. Doğal seslerle yapay sesler arasında takılıp kalıyorsunuz. Kayıtlarda da ses seviyesi biraz düşük olmuş, basit bir compressor kullanmanız mümkünse müzik çalarınızda, kullanabilirsiniz, ya da sesi birazcık açıverin:)

Öncelikle önereceğim şarkıları Back To Black, Szczyrk, Respond To Light ve Interdite Aux Chiens olur. Tavsiyem baştan sona 9 kaydı dinlemeniz, sonrasında bu bahsettiğim şarkıları 2-3 kere daha dinlemeniz. Bence dinlediğinize sevineceksiniz ve yurtdışında tamamen amatör işler nasıl oluyormuş, müziğe nasıl yaklaşılıyormuş iyi bir fikir edinmiş olacaksınız.

Müziğini beğendiğimi ve bir şekilde müziğini yaymaya çalışacağımı iletmek üzere Tilen'le iletişime geçtiğimde kafama takılan bir soruyu daha sormuştum: Neden sadece last.fm'de yer alıyordu müzikleri? myspace sayfasını bulamamıştım, başka hiçbir yerde kendisine referans da görememiştim. Nedeni, kendini henüz müzikte yeni olarak görmesi ve Myspace'in kullanışlılığı hakkında soru işaretleri taşımasıymış. Bir konuda haklı bence, o da myspace'in oldukça kullanışsız olması:D Gereğinden fazla önemseniyor bence, kullanıcı profili ve tasarımı bu kadar kötüyken hem de.

Son olarak, sitemde artık bir web tracker yer aldığından dolayı, sitemi ziyaret edenlerin profilini çok daha rahat gözlemleyebilyorum. Oldukça hoşuma giden bilgiler edindim tracker sayesinde. ekşisözlük'ten siteme şu anda 2 referans bulunmakta, ilki Korhan Kaya hakkında yazdığım ön inceleme yazısına. Bu şekilde referanslanmış olmak sessizmelodi'nin pek de "sessiz" kalmayacağına olan inancımı arttırıyor. Bu fırsatla, blogumu beğenen, takip eden herkese:

Selamlar!

(Uzunca süre taslak halinde durmuş bu yazıya son halini verdiğim şu saatlerde, bir bilgi daha edindim, sessizmelodi'yi bağlayacak bir bilgi: Tosca, 17 Kasım'da Saklıkent'te olacakmış. 1-2 hafta içerisinde haberin kesinleşmesini merakla bekliyor olacağım, şimdilik resmi site g-stoned'dan ya da google'dan doğrulamak mümkün değil.)

20070821

Sinematik bir orkestra, sinemayla buluşunca...

Bu blogu takip ediyorsanız, The Cinematic Orchestra'nın büyük hayranlarından birisi olduğumu da biliyor olmalısınız, The Man With A Movie Camera isimli albümü çok sevdiğimi de (bundan bahsetmemiş olabilirm belki, ama last.fm profilime göre en çok dinlediğim albümlerden birisiymiş.) Bu albümün, aynı isimle 1929 yılında çekilmiş bir filmin "yeni" bir soundtrack'i olması, dikkatimi hemen bu eski filme yönlendirmeme neden oldu. Bu filmi izlemem, geçtiğimiz perşembe günü gerçekleşti. Şimdi ayrıntılar:

"Dikkat: Bu film gerçek olayların sinema diliyle paylaşımında bir deneydir... Bu çalışma, edebiyat ve tiyatrodan tamamen ayrılma temeline yerleşmiş, gerçek evrensel bir sinema dili yaratma amacındadır." Film, bu cümlelerle başlıyor. Yılların etkisinin görüntülere yansıması ilk saniyeden kendini belli ediyor. Albümü tanıyan ve filmdeki konseptten az çok haberi olan birisi olarak, heyecanla deneyin başlamasını bekliyorum. Sessizlik eşliğinde eski bir sinema salonunun bir filme hazırlanmaya başladığı görüntülerden sonra, orkestra çalmaya başlıyor. Salondaki yüzlerce seyircinin gözü perdede.

Film, 1920'li yıllarda Ukrayna ve diğer Sovyet şehirlerindeki günlük yaşam üzerine kurulu. Tek oyuncu, gerçek yaşam. En başta, görüntüler biraz kopuk gitse de, sonra içlerindeki uyumu yakalamaya başladıkça film oldukça keyif vermeye başlıyor. Şahsen, şehirleri izlemek çok büyük bir keyifti. Şehirden, çalışma hayatından, spordan, eğlence hayatından, sanayiden görüntülerle bir dönem belgeleniyor filmle. Zaman zaman yönetmenin görüntüleri yakalamak için ne özverilerde, nasıl ortamlarda bulunduğunu da başka bir kamerayla yakalamışlar, yapılanları gördükçe ürüne olan saygınız artıyor. Unutmayın, yıl 1929. O dönemki ekipmanlar, teknikler emekleme dönemi ürünleri olmalı. Yollarda veya raylarda yere yerleştirmiş olduğu kameralar, hareket halindeki arabalardan ya da bir trenin dışında tren hareket halindeyken yaptığı çekimler, hepsi bu deneyselliğini ortaya koyuyor. Açılarda, kurgularda da yeniliklerin peşinden gitmiş bir deney bu. Sinemayla ilgisi çok sınırlı olan birisini bile etkilediyse bu film, sinema düşkünlerini nasıl etkiler bilemeyeceğim:) Bence mutlaka filmi bulun, izleyin. Film sonlarına yaklaştıkça, beğeninizin de artacağına emin olabilirsiniz.

Şimdiye kadar hep görüntüler, yani 1929 yılı üzerinde durdum. Sıra 2002 yılına geldi, yani film için the Cinematic Orchestra'nın yazmış olduğu müzik. Filmi izlemiş birisi olarak, artık albüm benim için apayrı bir yerde olacaktır. Filmde müziğin başladığı ilk andan son ana kadar eşlik eden tüm müzikler, (filmde kullanılmış 2 remix haricinde diye hatırlıyorum) albümde yer alıyor, filmde yer aldığı sırayla. Filmde o sahnede işlenmiş temalarla müzikteki groove'un (Türkçesini bilen varsa yorum kısmına beklerim) eşleşmesi gerçekten çok başarılı. Grubun "canlı" ve jazımsı havası, sizi nasıl oluyorsa günümüzde hissettirmiyor filmi izlerken. Daha elektronikleşen remixler ise hızlı sahnelerde çok iyi kullanılmış, ritminizi kontrol edebiliyor. Albümü dinlerken pek bir yere oturtamadığım "The Animated Tripod", filmde oldukça gülümsememe neden oldu. Mekanik bir aletten çıkan bipleme sesleriyle oluşturulmuş bu kayıt, cidden bir tripod'u anlatıyormuş :)

Bu yazıyı yazarken fon müziğim ne miydi? The Cinematic Orhestra'nın Barbican'da gerçekleştirdiği bir konser. Bu konseri bulduğum için çok şanslıyım, ve dinlediğim için çok mutlu:)

20070820

Amen "Break"

Az önce gördüklerimle, duyduklarımla müziği daha farklı bir seviyeden tecrübe etmem artık mümkün. Bir kültürle, tarihle yakınlaşma hissiyle beraber üstelik. Bu yazı yazılırken, 6 saniyelik bir davul solosu yüzlerce kez çalmış olacak, ve sanırım hiç sıkılmayacağım.

Wikipedia'da dolaşırken, "Amen Break" başlığına girmem bu güzel deneyimin başlangıcıydı. Amen Break, 1969 yılında sürülmüş bir funk/soul plağının B-Side'ında yer alan Amen Brother şarkısındaki 6 saniyelik bir break-beat'e verilmiş isim. Özel bir isimle anılmasının sebebi basit aslında: Müzikte, kültürde yeni dönemlerin başlamasında çok önemli bir yere sahipmiş. Hip-hop başta olmak üzere örneklerle oluşturulmuş elektronik müziğin karakteristiklerinden birisi olmuş Amen Break.

Youtube'da Amen Break'in önemi ve tarihçesi hakkında çok hoş bir video buldum. Bloguma video, resim koyma taraftarı olmasam da (ilgilenen girsin bulsun, her şey elimizin altında zaten) bu sefer durum farklı, gözden kaçmasına izin vermem:)




Bu 6 saniyeyi bu kadar önemli yapan şeyler, oldukça hoş groove'u ve davul kaydının net olarak örneklenebilmesi bence. Tabii oldukça eski bir plak olması, o dönemdeki çiğ kayıt yöntemleri ve bunların beraberinde getirdiği kendine has ses kalitesi de önemli bence. Youtube videosunu izlerken, hangi türlere nasıl ilham kaynağı olduğunu anlayabilirsiniz.

Videoda değinilen diğer konu da telif hakkı. Bence örnekleme (sampling), eski ürünlerden yeni ürün yaratma sanatı olarak algılanmalı en başta, çünkü bir ses kaydıyla da yapılabilecek sınırsız deney, seslerin çekilebilecği sınırsız yer var. Oysa telif hakkı kanunları, geçmişe de uzanacak şekilde, herhangi bir örneklemeyi kısıtlayacak şekilde ilerliyormuş. Bir kayıttan 1 saniyeyi örneklemek için, pek çok yerden izin alma gerekliliği, videoda da belirtildiği üzere, çok fazla baskı yaratacağından, yeniliklerin ve alt kültürlerin gelişmesini engelleyen sonuçlar doğuracaktır.

Şimdilik Amen Break hakkında söyleyeceklerim bu kadar. Bu 6 saniyeye ulaşabileceğiniz bir diğer adres de şu şekilde:
http://freesound.iua.upf.edu/samplesViewSingle.php?id=24940

Döngüyü başlatın:)

20070815

Boards Of Canada: Zaman ve Uzay

Burada Boards of Canada grubunu tanıtmaya çalışmayacağım, BoC ile ilgili birkaç siteyi not etmemle birlikte bu yazı sona erecek.

http://www.warprecords.com/dayvancowboy/
[ Boards Of Canada'nın ilk (ve sanırım tek) resmi videosuna ulaşmak için. 31,332 yükseklikten atlamak nasıl olur?

http://fredd-e.narfum.org/boc/interviews/
[ hepsi çok değerli. bence.

] ]

20070811

Beklenmeyen bir müzik: Korhan Kaya.

IDM/glitch/electronic ve benzeri türlerde araştırmamı sürdürürken, önerilen bir Türk müzisyen çıktı karşıma: Korhan Kaya. Ufak bir google sorgusundan sonra, son derece hoş bir görsel tasarıma sahip olan internet sitesini buldum: 2ka.org Site daha çok kişisel projelerini tanıtmak üzere oluşturulmuş. Projeleri incelediğimde, şarkı kayıtlarının yanı sıra, programlama/ mühendislik projeleri de dikkatimi çekti. Ben zaten hep derim mühendislik mantığı elektronik müzikte çok faydalıdır diye :) Bu özelliğiyle, dıştan edindiğim izlenimin beraberindeki heyecanım artmış oldu. Türk isimlere hep biraz negatif önyargıyla yaklaşan birisi olmama rağmen, bu sefer sağlam kayıtlar dinleyeceğimden emindim.

Günümün sonlanmaya hazırlandığı saatlerde müziklerine ulaşmış olmam nedeniyle, sadece bir şarkısını indirip dinleyebildim yatmadan önce. İsmi Halbert'di, Inconvinium Anywhere albümün pre-release'inin ilk parçası. Lead synth'in baskın tutulduğu şarkıda, abstract ritmleri aramıştı kulağım. Kendisine referans bulduğum yerlerde, "müziğindeki matematiğe" hayranlık da dile getirilmişti. Melodideki matematiğe, güçlü ritm yapılarının de eşlik ettiğini hayal ediyordum o şarkıyı dinlerken (ama bu demek değildi ki şarkıda eksiklik vardı. sadece kişisel bir deneyim olarak düşünün benimkisini.) . Ertesi gün albümün tümünü indirip baştan sona dinleyince, aradıklarımı buldum ve kendisine hayranlığım arttı. Kişisel çalışmalarla böyle profesyonel sonuçlar çıkartıp, bunu da herkesin ulaşabileceği şekilde paylaşmak... Beni her zama etkilemiştir :)

Ürettiği müziği tanımlamayı Korhan Kaya'nın sözlerine bırakıyorum:

"glitchy ambientic coding organism" ( kendisinden bahsediyor olmalı:) )

myspace profilinde yer alan tür bilgisi: idm/electronica

şarkı dip notlarında, şarkıları/albümler için şu ifadeleri de kullanmış örneğin:
Ambient | Fusion | Easy Listening
IDM | Ambient Electronica | Glitch | Electro-Folk | Minimal Techno
Inconvinium Anywhere için: "strong electronic elements with sharp beats and dense harmonic construction".


Jeskola Buzz isimli yazılım da yoğun bir kullanıcısı gibi görünüyor. Ben de elimi atmalıyım bir ara o yazılıma kesinlikle:) Şarkılarında kurduğu modellerin bir kısmını da sitesinden görebiliyorsunuz basit bir şekilde. Pek çok soft syth yazılımını da generator olarak kullanmakta. Glitch için de kendi drum setlerini üretiyor gördüğüm. Buna rağmen, hissedebildiğim kadarıyla müziği sampling üzerine kurulu değil. Bahsettiği yazılımları takibe almış durumdayım :)

Demoscene için amiga ve benzeri konsollarda müzik ürettmişbir dönem. Şu anda, o dönemden edindiği tecrübeleri kullandığına hiç şüpe yok. Ayrıca sanatsal bir ürün/stil ortaya koyma yolunda da demosceneden çok etkilendiği belli.

Hazır sanatsal yaklaşım demişken. "Audio-visual" kavramıyla da içli dışlı görünüyor. Canlı performanslarda canlı video/ses miksleri üretmek konusunda beraber çalıştığı bir ekip (artificialeyes.tv) de mevcut. Ekip, dünya karması. Evet, kesinlikle gıpta ediyorum kendisine.

Daha bu isimle ilgili çok keşfedilecek şeyin olduğu kesin. Şimdi dinlediğim piyano üzerine kurulmuş Fields albümünün prerelease'i mesela.

Korhan Kaya, ürrettiği işler için kesinlikle tebrikleri hak ediyor. Bir şekilde mutlaka sitesine girmenizi, kayıtlarını indirmenizi, bu ismi tanımanızı öneriyorum. Uzunca bir süre blogumla ilgilenememişliğin verdiği sıkıntıdan da, güzel bir iş çıkardığıma inanarak, kurtulmuş bulunuyorum.

20070725

Trip-hop hakkında ufak bir yazı

Bir ortamda trip-hopla ilgili bir yazışma sırasında Massive Attack ve Portishead gibi gruplar göklere çıkartılırken, diğerlerinin o yükseklere erişemediği söylenmişti. Bazı çok sevdiğim grupları göz önüne alarak, onaylamadığım noktalar bulmuş ve fikirlerimi paylaşmak istemiştim. Yazı -içeriği nedeniyle- sessizmelodi'ye de buyursun bakalım:

---------------

Her yerde bu iki grubun "öncüler" oldukları yazsa da, hepimiz kendilerinin bu sıfatı kabul etmediklerini biliyoruz. Ürünlerine yaklaşımlarıydı belki de onları farklı kılan, yoksa temel teknikler uzunca bir süredir oradaydı (bu yüzden reddettiler yeni tür tanımını). Kent yaşamının şekillendirdiği hikayeleri soyut enstrümanlar ve anlatımlar üzerine kurmaktan çekinmiyorlardı. Bu iki grubu ele alırsak, aralarındaki fark detaylardan çok daha ön planda, şarkıdan şarkıya göre bile değişebiliyor. Ben türle ilk yakınlaşmalarım sırasında farklı triphopcuların yaptıkları işleri dinlerken "bunlar nasıl aynı türe dahil edilebilmiş" diyordum (dinledikçe ve yöntemleri anladıkça cevaplarımı üretmeye başladım, ancak bu türde olduğu söylenen sonuçların oldukça geniş bir yelpazeye yayılacağı fikrim de değişmedi.) Sonuçta, trip-hop denilen şeyin nerede başlayıp nerede bittiği, daha örnekler ortaya çıkarken bile bulanıktı (benim şimdilik anladığım kadarıyla). Hangi yöntemden ne kadar katılacağı, sesin hangi yönlere çekileceği, vokalin ve sözlerin müzikteki yeri işaretlenemiyor. Bristol bile birleştiremiyor türü:)

Gelinen noktada benzer yaklaşımların farklı gruplar tarafından da gösterildiği ve trip-hop sıfatının dinleyenler ve müzik yapanlar tarafından genişletildiği bir gerçek. Özellikle müziği etiketleyenler olarak bizler, bazı terimleri çok seviyoruz :) Müzik yapanlar da kendi etiketlerini bir yerlerden kopyalayıp ona sarınma ihtiyacı duydukları sürece diğerleri kadar başarılı olmaları zor. Neyse ki, bunu gerçekleştirme amacında olmayan çok iyi başka isimler de var, kendi etiketlerini kendileri oluşturuyorlar. Eğer bir gruba çok fazla takıldıysan, diğer örnekleri ona göre değerlendirmek, bu yüzden en hafif deyimiyle haksızlık etmek olur. Kıyaslamadan dinlemek gerekir, özellikle trip-hop gibi türleri :)

-Bir de türler ve yöntemler arası karşılaştırma ve ezme çalışmaları yapanlara neler diyeceğimi tahmin edin:)

20070628

Ninja Tune

Böyle bir plak şirketiyle karşılaşacağımı ve bir plak şirketinin beni bu kadar değiştireceğini hiç tahmin etmezdim!

Her şey The Cinematic Orchestra'yla başladı. (başka bir yazıda kendilerinden bahsedeceğim. Kısaca, Ninja Tune'dan çıkan bir grup.) Sonra, internette gördüğüm Ninja Tune hayranı insanlar, yazılar, "kimdir bunlar, neler yaparlar" sorularını getirdi. Yavaş yavaş kataloglarını dinlerken, araştırırken, müziklerinde kaybolurken ben de büyük bir takipçileri, hayranları haline geldim.

Bağımsız bir plak şirketi Ninja Tune. Müziğin kök noktalarından biri olan İngiltere'de 1991 yılında kurulmuş, genişlemiş ve artık kendi ismiyle anılacak bir müzik türü tanımlamış! Wikipedia'da şirketin ağırlık verdiği türlere örnek olarak electronic, abstract hip-hop, instrumental hip hop, nu jazz, drum& bass ve chillout verilmiş. Dinledikçe, aslında bu tanımın da üzerine çıkan bir şirket olduğunu anlıyorsunuz. İçinde yer alan sanatçıların pek çoğu, kendi türlerini oluşturabiliyor. Bazıları yoğun bir trip ağırlığı katıyor, zaman zaman downtemponun en iyi anlarını yaşarken, zaman zaman breakler, big-beatlerle bir nevi ritm savaşının içinde buluyorsunuz kendinizi. Günün her zamanına, yaratmak istediğiniz her ortama uygun bir albümü, sanatçıyı ya da şarkıyı mutlaka buluyorsunuz.

Coldcut'ın önderliğinde, Dj Food, 9 Lazy 9, Funki Porcini gibi isimlerle yola koyulan bu şirket, gün geçtikçe şirkette ön plana çıkabilecek kadar iyi işler üreten pek çok yeni isimle beraber yoluna devam ediyor. Zaman geçtikçe, bu yeni isimler, temel isimler haline geliyor. Örnek olarak Amon Tobin, The Cinematic Orchestra, Bonobo, Mr. Scruff gibi isimleri verebilirim. Bence bu ve benzeri detaylar Ninja Tune'u daha önemli ve sıradışı yapıyor.

Solid Steel:
1988 yılında bir radyoda başlayan "solid steel" programları, şu anda ninja tune'daki en önemli mix albümlerini barındıran başlıklardan. Çoğunlukla Ninja Tune dahilindeki DJ'lerin gerçekleştirdiği bu yayınlara, zaman zaman konuk isimler de dahil oluyor (Four Tet mesela :) ). Amon Tobin'in farklı teknik ekipmanlarla gerçekleştirdiği canlı performansın albümü bence mutlaka dinlenmeli, biraz sert, her zamanki gibi derin, içten içe karanlık. Serinin diğer album sürümleri de oldukça sürükleyici. Çoğunlukla yoğun improvize kısımlar da dahil oluyor kayıtlara. Chill-out, downtempo, hip-hop, ejazz, break, drum&bass, dj mix albumlerini, biraz sizi hareketlendirecek groovelarla bekliyorsanız, seriden çıkan albümlere, radyo programlarına mutlaka bir göz atmanızı öneririm. Kendinize göre sesler bulacaksınız mutlaka.

Türkiye'de Ninja Tune'un durumu üzerine de araştırma yapmaya çalıştım. Bulduklarım arasında şu ana kadar dikkatimi çeken en ilginci, İstanbul'daki Dinamo FM'de, Solid Steel yayınlarına yer verilmesi! Böylece, ülkemizde bu tarz yayın yapan ciddi kurumların da olduğunu görmüş oldum. Domino FM'deki DJ listesindeki Türk isimler, bu isimlerin ilgilendiği türler oldukça hoşuma gitti. Bu DJ'lerin yurtdışıyla sıkı bağlantıda olduklarını görünce, aslında şaşırmamam gerekirdi:) çünkü ne yazık ki bu türleri Türkiye'den takip edebilmek için imkanlarınızı zorlamanız ve yenilikleri aramanız gerekiyor.

Diğer ilginç bulduğum konu da, Ninja Tune severlerimizin biraz bol olabildiği zaman zaman. Last.Fm'deki Ninja Tune grubundaki üye oranı incelediğimde, Türkiye nispeten üst sıralarda yer alıyordu. Myspace'deki birkaç amatör rock grubunun arkadaş listesinde bile karşılaştım Ninja Tune'la. Açık konuşmak gerekirse, bunun gösteriş merakımızın sonucu olduğunu düşünüyorum. Ninja Tune'u yakından takip etmek için aylara, anlamak için yıllara ihtiyaç duyulur. Çoğunlukla 1-2 isim, 1-2 albümle, hatta ve hatta şarkıyla sanatçının fanı oluyoruz ne yazık ki. Hele hele bu kişiler ana akımlardan değilse, fanları olmamak gibi seçeneğimiz nerdeyse yok.

Şirketin Türkiye'deki temsilcisinin Kod Müzik olduğunu okumuştum. İstek üzerine, online sipariş yoluyla getiriyor olabilirler albümleri, kodmuzik sitesi içerik olarak çok zayıftı. Belki yıllar sonra, herhangi bir müzik markette Ninja Tune'dan çıkan bir albümü gördüğüm an, geniş kitlelerin sağlam prodüksiyonlar, güzel müzikler dinleyebileceğine, bunun sonucunda müzik yapanların da yenilikler üretebileceğine olan inancım artacaktır.

Resmi web siteleri:
www.ninjatune.net
www.myspace.com/ninjatune

En önemli fan sitesi:
www.ninja-obsession.net

Ninja Tune maceramda uzun bir yolun ortasında görüyorum kendimi, Ninja Tune'dan çıkan çoğu albümü, önemli grubu keyifle dinlemiş olsam bile, ilerki günlerde müziklerine olan takdirimin artacağından şüphe duymuyorum.

Ninja'ların çoğalması dileğiyle :)

20070617

Brooklyn Funk Essentials Vişnelik Konseri

Tarih 17 Haziran 2007. Unutulmaması gereken bir konsere tanıklık ettiğim gün. sessizmelodi, bundan böyle -güzel- konser anılarıma da ev sahipliği yapacak, hayırlısıyla başlıyorum.

Sadece tanıtımlardan biliyordum Brooklyn Funk Essentials'ı. Uluslararası bir kadro olduklarını, Doublemoon plak şirketinde yer aldıklarını, "funk, soul, jaz, reggae ve hip-hop sentezini gerçekleştirdiklerini" öğrendikten sonra, konserlerinin güzel okulum ODTÜ'nün Vişnelik Tesisleri'nde olacağı haberini aldım. Konser tarihi yaklaştıkça artan heyecan ve bikaç ufak kararsızlığı aşabilmemle beraber biletimi aldım.

Konserin başlangıç saati 21:00 idi. Arkadaşlarımla saat 20:00 civarında Vişnelik'e vardığımızda, girişte belirli bir kalabalığın birikmiş olduğunu gördük. Döner ve köfte servisini görünce baya sevindik=) 3 senedir Vişnelik'te konser izlememiş birisi olarak, tekrardan "oturalım çimlerde çeşitli biçimlerde" sloganını hayata geçirecek olmanın verdiği heyecanla, güzel bir yere ( ses teknisyeninin arkasına:)) yerleştik sonunda.

Konseri anlatmaya nereden, nasıl başlasam bilemiyorum. Vişnelik çim amfisindeki en büyük fark, 3 sene önce gittiğim Mor ve Ötesi konserinde gördüğüm oranla çok daha büyük sahneydi. Sahne çim amfinin tam ortasına kurulmuştu. Konser öncesinde RadyoOdtü'den alışık olduğumuz parçalardan hazırlanmış bir derleme dinledik. Güneş batmadan, "çimlerde yayılma" olayını gerçekleştirdiğimiz bu sıralarda, amfi yavaş yavaş dolmaya devam etti, sonunda boğucu bir kalabalık olmadan, herkes rahat rahat amfiyi doldurmuştu. Konser beklenenden 15-20 dakika sonra başladı. Girişi Hüsnü Şenlendirici yaptı. Beklemediğimiz bir anda girdiler açıkçası, öyle büyük gösteriler yapmadan, ışıkları, sesleri yavaş yavaş yapılandırarak. Bu ilk şarkı oyun havalarının habercisiydi, klarnetin de vurgusuyla konsere ne hafif, ne ağır bir giriş yapılmıştı.

Sahnede sayabildiğim kadarıyla 12- 13 müzisyen vardı. 3 vokal eşlik etti şarkılara. Bir vokalin ses rengi Massive Attack'in sıklıkla çalıştığı
Horace Andy'ninkine çok benziyordu. 1-2 şarkıda arkaya daha karanlık melodiler eklense Massive Attack etkilerini dinliyormuş gibi hissedebilecektim. Bu vokal reggae, hip-hop kısmını genelde başarıyla icra eden kişi oldu. Zenci bayan vokal ise uzun süredir dinlemek istediğim o zenci soul şarkıcısı ekolünü hissetmemi sağladı. Bazı anlarda, enstrümanlar biraz geriye çekildği anlarda vokalini dinlemek çok keyifliydi. Biste "I'm from New York. And there's one thing that we know how to do. Dance! Dance!" diyip çıldırmış bir bayandır kendileri, bu esnada vokalinin etkileyiciliği kaybolmuştu. Diğer (üçüncü) vokalin de dikkatleri en çok çektiği yer, gitaristin telinin kopmasından sonra şarkı arasında birkaç dakika süresince tel değiştirilirken araya girip doğaçlama rap-rhyme keyfi yaşatmasıydı. Konserlerden, otellerde, kısaca evden uzak bir yaşamdan, yine de sahnede çok mutlu olduğundan bahsetti. Çok sevdim kendilerini, özellikle kendi hallerinde yeni bir şeyler ortaya çıkarmaları, köklerinin sağlam olduğunu gösterdi. Herkes de alkışlarıyla bu spontane geliştirilmiş sahneye beğenisini gösterdi.

Klavye başında siyahi bir müzisyen vardı kısacık saçlarıyla, sarı tshirtüyle (efendim yıllar sonra şu yazıyı okuduğumda görsel şeyleri de biraz olsun hatırlamak istiyorum, napıyım:) ) Klavye genelde rhodes piyano havası kattı müziğe, ve bu çok hoşuma gitti:) Arzu ettiğim hafif chill-out, acid-jazz havasını biraz hissedebildim o şekilde. Sahneyi takip ederken bir anda farkettim ki, kendisi klavyeyi bırakıp trombonunu (sanırım) almış eline, bir yandan trombonun tuşlarına, diğer yandan klavyenin tuşlarına, akorlarına basıyor. Fazla çaktırmadan karizma yaptı bence. Bir şarkıda da sahne ortasına geçti, Hüsnü Şenlendirici'nin karşısında durdu, ve bir nevi atıştılar bas-bateri falan devam ederken. O anı sanhenin önünden izlemek çok keyifliydi, sahne içi iletişimleri çok etkileyici olmasa da oldukça akıcıydı.

Sahne önünde durup, kaçırmadığım için çok sevdiğim bir görüntü daha vardı. Hüsnü Şenlendirici'nin kadrosunda yer alan kanuni, uzun bir solo çaldığı kısımdan sonra heyecana gelip, kanunun bir sapını havaya kaldırdı, bir rock yıldızı gibi :p Bu Türk ekipde yer alan diğer enstrümanlar da darbuka ve konser genelinde geride kalmış bir bağlama idi. Darbukanın da kıvrak havası pek hissedilmedi konser genelinde. Bu vasıtayla ritm kısmından devam edersek, karşımıza bir davul ve bir de perküsyon çıkıyor. ( kaç kişi oldu sahnede şimdiye kadar? :) ). Davul, ne yazık ki istediğim o bol varyasyonlu aksak ritmleri çalmadı. Müziği çok iyi şekillendirdi, orası ayrı. Davul, müzikal olarak keyif vermekten biraz uzak, oynatmaya ise -diğer perküsyonlar da dahil olunca- kesinlikle çok yakındı.

Sahne bu kadarla bitmiyor elbette. Kovboy şapkasıyla uzaktan da yakından da sempatik tavırlı bir basçı vardı. Sapkasıyla, en Amerikan görünen kişi oydu kesinlikle. Konser boyunca basları çok rahat duyduk:) Gitarist ise genelde ska-reggae ritmleriyle, zaman zaman ön plana geçecek şekilde yer aldı. Bir şarkıda yüksek drivelı bir solo atmaktan da geri kalmadı. İlginçtir ki bu şarkı, gitar telinin atması sonrasında çalınan ilk şarkıydı. Artık şu insanlara biraz gitar dinleteyim, bu kadar beklediler diye mi düşündü bilmiyorum:) ama eğer öyleyse cidden ve müzikte doğaçlama olarak yer aldıysa, buradan tebrik ediyorum kendilerini ve grubu, çünkü şarkıyı çok iyi oturmuştu.

Grupta en beğendiğim detaylardan birisi, şarkı içinde, farklı enstürmanları farklı anlarda kullanarak, müziği akış içinde farklı türlere çekebilmeleri oldu. Çok keskin dönüşler değildi, ama sahnedeki ışık değişimleriyle de beraber, ortamın oluşmasına çok katkıda bulunuyordu. İnsanlar genel olarak eğlenmek istediğinden, biraz hareketten uzaklaşınca müzik, geri dönüşler bekleniyordu sanki. Tekrardan yükseliş olduğunda herkes oynamaya devam ediyordu, özellikle son şarkılarda.

Evet, sona değinmişken, bislerden bahsetmeden olmaz. Konser başladıktan yaklaşık 70 dakika sonra, sahnede seyirciyi topluca selamlayıp (elemanları saymaya çalıştım:p) sahneden ayrılmaya başladılar. Ama ayrılamazlardı öyle, pek de niyetli değillerdi zaten. "bi daha" sloganları eşliğinde (again diye bağırmaya çalıştık, olmadı tabi, beceren olursa helal:) ) sahneye tekrardan döndüler, zaten bir bisi herkes bekliyordu. Türk motifleriyle daha çok oynattılar geri döndükten sonra. Tanıdık melodiler girdi hep, Hüsnü Şenlendirici de enstrümanını ortaya çıktıkça herkes daha bir keyifle eşlik etti müziğe. Tabi bu bis uzun sürmedi, 15 dakika sonra tekrardan toparlandılar, bazı seyirciler de yavaş yavaş ayrılmaya başladı çim anfiden. Ancak bazılrına yetmemişti konser (mesela bendeniz) , tekrardan tezahüratlar eşiliğinde geri döndüler. Bu sefer Hüsnü Şenlendirici yoktu sahnede. Kanuni de darbukaya geçmişti. Önceden bahsetmiş olduğum "New York'ta dans ederiz biz" açıklamasından sonra, göbek havasından modern dans altyapısına döndüler, elektronik piyanolarla başlayarak. Bu ya da bir önceki biste Türk ekipteki müzisyenler de sahne ortasına geçmiş kurtlarını döküyorlardı. Ve 3. kez seyirciyi grupça selamlayarak, alkışlar eşliğinde sahneden son kez indiler.

Brooklyn Funk Essentials'ı konser öncesinde hiç dinleyemediğimden dolayı, tüm şarkı setini ne yazık ki listeleyemeyeceğim. Şarkı isimlerinden çıkarabildiğim kadarıyla İstanbul Twilight ve You Don't Know Anything şarkılarını konser sırasında işitmiştim. Genelde In The Buzzbag isimli albümden şarkılar çaldıklarını söyledi bir arkadaş, normaldir dedim, malum ülkemizde en bilinen albümleri sanırım.

Elimde bu yazıya ekleyecek 1-2 resim olmasını çok isterdim. Yakında birkaç poz ekleme şansım var, bu yazıyı takip edin:)

Son not olarak şunu eklemek istiyorum. Bir süredir sanatçıların isimlerini aramama rağmen internette, ne yazık ki elemanların isimlerini bulamadım, resimlerden "işte bu" diye çıkartamadım hiçbirini. Eğer bilen varsa, Brooklyn Funk Essentials'ın günümüzdeki kadrosunu öğrenmeyi çok isterim.

Bir yazının daha sonuna gelmiş bulunmaktayım. Konser yorgunluğuna eklenen bu hatıra yazma yorgunluğuyla beraber, uykuyu aramak üzere şimdilik hoşçakalın.

aDiL

20070604

son liste

Radiohead - Exit Music
Portishead - Sour Times
Jay Jay Johanson - Alone Again
Blur - Out Of Time
Godspeed You! Black Emperor - Yanqui U.X.O.
A Perfect Circle - Orestes
Tool - 10000 Days
Nine Inch Nails - Hurt
Portishead - Over
Smiths - How Soon Is Now
Radiohead - Bulletproof
Portishead - Roads
Massive Attack - Protection
Doves - Last Brodcast
Radiohead - Talk Show Host

http://www.megaupload.com/?d=U63KKSEL

(geçici olarak buradan da ulaşabilirsiniz.)

Artık durmam gerektiğini düşündüğüm bir zamana eşlik eden şarkılar, bugüne kadar sadece bilgisayarım bir köşesinde varlığını sürdürdü. Geçmiş listeleri paylaşırken, kafamda hep bu listeye varma düşüncesi olduğunu itiraf etmem gerek.

Tekrardan listeye göz attığımda, nedense şarkılar rahatsız etti zaman zaman. Seçtiğim gruplar, şarkılar, isimler ve bilin(mey)en sözler... Rahatsız ediciler, çünkü listeye biraz göz atan birini kolayca basit, ürkütücü bir sınıflandırmaya itebilecekler. Zihnindekileri çekinmeden açabilmenin, gerçekten bir cesaret işi olduğunu unutmamak gerek. Bunu becerebilmiş insanlara da -ardından sürükledikleri sessiz/sesli kitlelere aldırmadan- her zaman saygım olacaktır. İnsanlara gelip geçici şekilde dinletmektense, ruhuna yerleştirmeyi düşündüğüm, çoğunlukla derinden, kontrastı yüksek sesleri etrafa yaymak istemiştim. Internet radyosu yayını gerçekleşemedi, ancak şu andaki fırsatımı kullanarak bu blog üzerinden paylaşmak çok daha geniş etkili olur sanırım. (Şu anda hala yaşamın devam ettiğini "varsayarak", bu çaresiz girişimi başarısız olarak yorumlayabiliriz.)

Şarkı seçimleri hakkında son söylemek istediğim şey de, resmin büyük kısmını dahil edememiş olmam nedeniyle eksik kaldıkları. Portishead'i gerçekten anlayarak dinlediğim bir dönem sırasında, bolca Portishead paylaşmam normal görünebilir. "Son yayın" ruhuna uygun olarak "Last Broadcast" isimli şarkıyı eklemem de. 10000 Days'deki fırtına sesi, Jay-Jay'in ses tonu, Orestes'in nefretle yüzleşen sözleri ( I don't want to feel this overwhelming hostility), Exit Music'in gerçeklerden kaçış hayali, Out Of Time'ın o hafif melankolisi, hatırlatabildiği basit bir andan bağımsız. Nedenlerim kısaca buydu. Listeye dahil edememiş olduğum onlarca olası şarkıdan özür dilerim.

Şimdilik elimde hazır bulunan listelerim sona ermiş bulunmaktadır. Daha farklı tarzları da dahil ederek yapacağım derlemeleri umarım takip etmeye devam edersiniz.

Adil

Not: Bu klasörden , Megaupload'a erişiminizi sağlayacak firefox eklentisini (megaupload sx) indirebilirsiniz.

20070523

kalamar 18.10.2006

bir sonraki listeyle devam etmeli arayı çok açmadan:

1. Radiohead - The National Anthem (live)
2. Unkle - Eye For an Eye
3. Thom Yorke - Harrowdown Hill
4. The Chemical Brothers - The Test
5. The Verve - Drug's Don't Work
6. Travis - Why Does It Always Rain On Me
7. R.E.M. - All The Right Friends
8. Lamb - Heaven
9. Fiona Apple - Red, Red, Red
10. Norah jones - In The Morning
11. Blonde Redhead - Hated Because Of Great Qualities.mp3
12. Ryan Adams - Night Birds
13. Whiskeytown - To Be Young (live)
14. Sparklehorse - Eyepennies
15. Sting - mad about you
16. Morrissey - Moon River
17. Radiohead - Sulk
18. Black Heart Procession - Did You Wonder
19. Interpol - Evil

20. Death Cab For The Cutie - What Sarah Said

link:
http://www.megaupload.com/?d=3H9DOSB0

şifre yok.

Bir önceki listeye atılmış olan cevap oldukça dikkatimi çekmişti, ve üzerine biraz düşünmüştüm. Aklıma gelenleri bir sonraki yazıda bir cevap havasına girmeden paylaşmak istemiştim. İşte o yazı bu yazıdır:)

Son derece amatör bir ruhla başlatılmış radyonun (kalamar) ve dahilindeki ufak programların motivasyonu, kendi çevremizdeki birkaç kişiyle bir şeyler paylaşmak ve de eğlenceli vakit geçirmekti. Müzikal çerçeve, yayın politikası belirsizdi. Kendi açımdan ele aldığımda, yayınıma yaklaşım tarzım, hoşlandığım bazı şarkıları, insanlarla paylaşmaktı, ve bu arada dinleyenlerin de sıkılmadan takip etmelerini sağlamaktı. Müzikal beğenimi geliştirirken, kendi çevremden etkilenmeyen bir çizgide ilerliyorum son zamanlarda, bu nedenle müziği dilediğince paylaşabilmem de zorlaşıyor. Yayını -genel olarak- indie müziği yakından takip eden, önerileri her an paylaşabildiğim insanlara yapmış olsaydım, listeleri farklı dengelemeyi ben de tercih ederdim, biraz daha duyulmamış, dikkatlerden kaçabilecek şarkılara vurgu yapardım. yayını şarkı listesine tamamen yabancı kalmış olan kişilerin de dinlemiş olabileceğini düşünüyorum, aralarında 2-3 şarkıyı bilenlerin de. Emin olduğum tek şey, dinleyiciler arasında oradaki şarkıların tümünü bilen bir kimsenin yer almadığı :)

dışarıdan bakınca nasıl göründüğünü tam kestiremiyorum bu blogun, ama benim özetleyeceğim şekli şudur: "kişisel bir müzik yolculuğu". Bu yolculukta ne çok bilmiş görünmeyi istiyorum, ne de başkaları tarafından yönlendirilmeyi, özellikle de doğru kabul edilen yanlışlarla, sınırlarla. çoklamayı hazırlarken çerçeveyi ne kadar geniş tutacağımı, dinleyici profiline ve o anda aklıma bir şekilde gelmiş şarkılara dayandırıyordum. burada popülist yaklaşmak değildi amacım, eğer öyle olsaydı, başka neler çıkabileceğini "herkes" tahmin edebilir. ( keşke program devam etseydi ve de zamanla ortak zevk oluşturabildiğim dinleyicilerle, konsept havası gelişebilseydi. )

Anlattıklarımla önceden vurguladığım noktaları biraz daha açmış oldum, önceki yazıya atılmış yorumla tamamen paralelleştirmemeye çalışarak. Umarım, fikirlere dayanan cevaplar da seçilebiliyordur yazıda.

artık, burada, "sessizmelodi" için yayınlayacağım listeleri hazırlama motivasyonum, o canlı yayınlara bakış açımdan çok daha farklı olacaktır. bunun temel nedeni ise şarkıların, listelerin kalıcı olacak olması (yayını yaparken böyle bir listeyi ilerde bu tarz bir blog kurup paylaşabilceğimi düşünmemiştim.). İlerde derlemeler oluşturduğumda, amaçlarımı ve içeriği daha doğru ve daha bilgilendirici yazılarla paylaşabilirim umarım.

Bu iletide yer alan şarkı derlemenin türünü oluşturmayı size bırakıyorum :) sanırım biraz radyoodtü alt-sokak, ya da dreamtv punk-art programlarına benzetebiliyorum. (unutmadan, punk ve bir miktar post-punk akımı artık itici gelmeye başladı birkaç grubun ürettiği işler dışında dışında.) sanırım şu listeyle istanbul radyoeksen'de herhangi bir anda karşılaşmak da mümkün. Önceden dediklerime vurgu mu yapıyor bilemiyorum bu bakış açısı. Bir radyo programı hazırlıyor olmak, ve biraz da genele hitap edebilmek, ilgiyi canlı tutabilmek... Bunlara yoğun önem verdiğimi daha çok sezinliyorum bu liste sayesinde. Bahsettiğim tv-radyo yayınları ise, beni şu anda o kadar heyecanlandıran yayınlar olmaktan uzak. Aynı eleştirel bakışı kendi listelerim üzerinde uygulayacağım ilerde:)

Son ayrıntı da şu olacaktır. Bu, radyoda yayınlayabildiğim son listeydi. Bundan sonra sadece bu blog üzerinden paylaşacağım liste ise, benim açımdan "son" yayını temsil etmekte. Şarkıları, sıraları hiç değiştirmeden o derlemeyi de paylaşacağım. Benim için oldukça önemli yere sahip olan bir zaman aralığını yakalıyordu, ve bu anda aklımdan geçecek melodileri. (İncelemenin devamı, bir sonraki mesajda yer almalı.)

Bu gecelik benden bu kadar. Ödevler, projeler arasında farklı noktalar da odaklanmak iyi geliyor :) Bu listeyi "de" beğenerek dinlersiniz umarım.

aDiL

20070513

kalamar 11.10.2006

Çok kısa bir ömrü olmuş, kalamar adını verdiğimiz ufak, sıcacık radyomuzda ( =) ) 2-3 hafta sürebilmiş bir program hazırlamıştım. Yayınları gerçekleştirdiğim sırada 10 en çok 20 kişi dinlemiş de olsa, oldukça keyifli, zaman zaman heyecanlı bir deneyimdi, özellikle hazırlıksız anlarda, şarkı aralardında konuşacak konu aramak internette harıl harıl aranırken =). Daha uzun sürmesini dilerdim. Tam heyecanlanmaya, fikirler üretebilmeye başlamışken teknik yetersizlikler ve zaman sorunları isteklerin önüne geçmişti. O programlar için hazırladığım şarkıların listesini bilgisayarımda tutuyordum, ve artık bilgisayarımdan çıksınlar, sessizmelodi'de ölümsüzlüğü yakalasınlar istiyorum. Yayınları kaçıranlar, şarkıları merak edenler, hoş akışlar dinlemek isteyenler için, o şarkıları, yayın sırası doğrultusunda ve mp3 formatında hoperlörlerinize, kulaklıklarınıza iletiyorum.

İlk haftaki listede şu şarkılar yer almıştı:

01 Radiohead - I Might Be Wrong

02 Doves - Walk In Fire
03 The Leaves - Shakma (Drunken Starlit Sky)
04 Editors - Bullets
05 Manic Street Preachers - Ocean Spray
06 Arcade Fire - Wake Up
07 Mars Volta - L'via L'viaquez
08 Mogwai - Glasgow Mega-Snake
09 Sigur R¢s - Untitled 8
10 Tori Amos - Cornflake Girl
11 Hooverphonic - Mad about you
12 Zero 7 - Home
13 Portishead - Roads
14 The Smiths - I Know It's Over
15 Massive Attack - Angel
16 Wallflowers - Letters From The Wasteland


Liste üzerinde yapmak istediğim oldukça yorum var aslında, ama çok da detaya girip yazıyı okuyanları boğmak istemem. Kısaca, şu anda şu listeye bakınca, o zamanlarda indie-rock takipçisi olmamın sonuçlarını görüyorum. Şimdiki aklım olsa, çok daha farklı bir liste hazırlardım sanırım (hazırlayacağım da, sessizmelodi için sadece:) ) Zero 7'la, Portishead'le hafif türleri kaydırmaya çalışmışım, ama son olarak vardığım yer, amerikan alternatif rock'ı olmuş ( wallflowers'ın en iyi şarkılarından;) ) İleride atacağım bir sonraki programın listesi ve ondan sonra gelecek olan ve yayınlanamamış, oldukça ağır/boğucu bir temayla hazırlamış olduğum listeyi paylaşınca, sanırım bütünlüğe daha yakın olur.

mp3 listesine ulaşabileceğiniz adres:
http://www.megaupload.com/?d=41474KK8 (rar parçası 1)
http://www.megaupload.com/?d=3AMEMXFD (rar parçası 2)
rar şifresi: sessizmelodi.blogspot.com

Ana akımlara yakın bir şekilde hazırlanmış bulunan bu listeyi beğenerek dinlersiniz umarım,

aDiL

NOT: neden megaupload? rapidshare dosyaları gönderirken sorunlar çıkarttı. megaupload hiçbir sorun yaşatmadı, kolayca yükledi. megaupload'un türkiye sınırını kaldırmak için toolbar'ını kurmayı deneyebilirsiniz. Zararlı bir şey içermiyor, internet exlorer'ınız bir işe yaramış oluyor hatta (her zaman firefox;) ). Firefox'ta megaupload'a girişi açabilen eklentiler de var, explorer'ı bir daha asla kullanmam diyenlere çözüm =)

20070507

Midnight in a perfect world

(başka kaynaklara yazdığım yazıları arşivlemeye devam...)

saatlerdir midnight in a perfect world'ü dinliyorum.

şarkının güzelliğini anlatmak için söz bulmak çok zor. saatlerce aynı şarkıyı dinlemeye devam edebilirim. az sonra bilgisayarı kapatınca 2-3 kere daha dinlesem anca yetecek:)

biraz da bilgi ekleyeyim başlığa:

kendisi trip-hop olarak bir tür tanımlanmasını hiç sevmiyormuş. Hip-hop kültürüne çok yakın yaşamış birisi olarak, sanırım kendini hip-hop'un bir yorumcusu olarak görüyor genel olarak. Ambient hip-hop diye bir terimi tercih eder sanırım :). Midnight in a perfect world şarkısı da bu tanıma, kelime bazında düşünülünce çok güzel uyuyor.

DJ Shadow'u bence en çekici yapan şey ise, gerçek bir müzik dinleyicisi olması. günümüzde müziği dinlemeden müzik yapan kişilerle çevrili etrafımız ne yazık ki (!). DJ Shadow, gerçek bir müzik aşığı, müziğe değer veren ve bunu aktaran birisi. Plakların arasında bodrum katlarında geçirdiği saatler, çok geniş bir müzik ilgisi ve bilgisi... ürettiği şarkılarda yaratacılığı da geri planda kalmıyor çoğunlukla.

UNKLE, onun bir dönem içinde yer aldığı, çok iyi sonuç üretebilmiş bir proje olarak değerlendirilebilir. Psyence Fiction isimli, çoğu DJ Shadow'un ürünü olan albüm, türü takip edenlerin favori albümlerinden birisi. Bu ilk albümde, DJ Shadow, etkisini bariz şekilde hissettiriyor. Sonuçta Unkle = DJ Shadow diye tanımlamak, sadece onun projedeki etkisini vurgulamak için düşünülebilir. UNKLE'ın 2. albümü incelenirse, hip-hop ve trip-hop'tan uzaklaşıldığı zaten farkedilebilir. Biraz daha dans'a kayar, daha rahat dinlebebilir, o yoğun karanlık havasından kurtulmuştur, ama güzel şarkılar barındırdığı da gerçektir, (Psyence FictioN'da yer alan Bloodstains de tüylerimi diken diken eder, belirtmeden geçmeyeyim.)

Son olarak, DJ Shadow'un son albümündeki tarz değişikliğini pek beğenemediğimi de belirtmem gerekir. İlk albümü Endtroducing'teki her biri çok iyi yerleşmiş, etki bırakan, en kısa tabiriyle "derin, karanlık" şarkılardan pek eser yok. kendisi de bunun farkında, "zaten önceden yaptığım şeyi neden tekrarlamaya devam edeyim" ki diyor, ve ekliyor: "sanatçının mı, yoksa albümün mü fanı olduğunuza karar verin". her zaman yenilik peşinde olması da açıkçası benim açımdan sorun değil:) umudumu, DJ Shadow'un bir sonraki albümde Outsider'da gerçekleştirdiği işlerden uzaklaşacağı fikrine saklıyorum.

aDiL

.. ilk mesajda da bahsedilmiş Midnight in a perfect world şarkısından. bu başlığa cevap girmek için heyecanla açarken, bu şarkıdan çoktan bahsedilmiş olacağını düşünmemiştim :)

20070505

Lounge - Chillout - Downtempo ... birkaç fikir.

ben de ona uzunca bir cevap atmış bulundum. Bu blogun konsepti içinde, yazıyı burada d arşivlemeye karar verdim. Bu blog için yazmayı çok istediğim geniş ölçekli yazılardan değil ne yazık ki, ama hayat koşulları ve gerçekler göz önüne alındığında, çok da kasmamak gerekli sanırım. İşte arşivlenecek o yazı:

(
The Cinematic Orchestra, Tosca, Bonobo, Zero 7, Télépopmusik, Plej, Murcof, Jazzanova ve Boards of Canada gibi isimler yazılmıştı benim mesajımdan önce, arada çok kopukluk olmasın diye belirteyim.
)

----------------------------------------------------

Dinlemesi, takip etmesi çok keyifli bahsedilen türler. Zaman zaman, verilen örnekler başka tarzlara da kayabiliyor. Tam olarak tanımı yapılabilirse fena olmaz bence :) ( "Sit back and relax" dışında :) ) Bir yandan da, bu türlerin güzelliğini, geniş yapılarının, çizilmemiş sınırlarının, birbirleri içine geçmiş olmalarının oluşturduğunu düşünmüyor değilim.

Öncelikle benim aklıma gelen diğer isimleri de ekleyeyim:
- Thievery Corporation (ilginç bir ikili, bahsettiğim genişliği en çok hissettiren isimlerden birisi, kendi çatısı altında başka isimleri toparlamış olması ve geniş diskografisi ile de ağırlıklarını ortaya koyuyor.)
- Zero 7 (zaten söylenmiş:))
- Lamb ( "hightempo" şarkılarındaki ritm yapısına hayranım, daha çok "trip"imsiler. "chillout" olarak değerlendirirsek: sağlamlar :) )
- Air
- Röyksopp
- Morcheeba
- Lemon Jelly (eğlenceli bir yaklaşımı var) -
Gotan Project (kimdir bunlar diyenler için: başlıktaki türleri tangoyla buluşturur. son dönemde ünleri artmaya başladı, NR1'de bile canlı konser dvd'lerini göstermişlerdi, şaşırmıştım.)
- Hotel Costes serisi ( Stéphane Pompougnac tarafından hazırlanan lounge türü hakimiyetindeki mixtapeler.bence çok iyi özet geçer bu türler hakkında. )
- Bonobo ve Cinematic Orchestra'dan bahsedilmiş. Ben bunlardan Ninja Tune'u anlarım:) Cinematic Orchestra bence burada adı geçen türleri karşılamıyor pek, ama hep benzer şekilde tanımlandığını gördüm. (mutlaka dinlenmesi gereken, egolardan uzak, mükemmel müziği yapan bir grup. duymayanlara şiddetle öneririm. daha çok işin jazz tarafındalar, ama kolay dinlenebilirlikten bir şey kaybetmeden.) Konuyu dağıtmadan, Ninja Tune kataloğunda bu tarzlarda başka isimler de var. The Herbaliser, Funki Porcini, benim şimdilik dikkatimi çeken bir isim mesela. Ninja Tune'daki diğer DJ'lere de kulak verilmeli sanırım.
- Boards Of Canada için de işin daha çok IDM (Intelligent Dance Music) tarafında olduklarını söyleyebilirim. Etraflarından, sokaklardan toparladıkları sesleri tanımlanamayacak formlara sokup, dahiyane şekilde kullanıyorlar müziklerinde. Müzik kalıplarınızı yok edebilirler eğer izin verirseniz. Downtempo işler yapıyorlar genelde, ve bir şekilde chillout için de dinlenebilirler.

Bu tarzlara bi' ucundan başlamak isteyenler için: Nasıl, nereden başlanacağı biraz kafa karıştırabilir. tutuverin bir ucundan, sağlam prodüksiyonlar, yerli yerine oturmuş sesler, zaman zaman deneysel tatlar dinlemek herkesin hakkı olmalı :) en önemlisi farklı isimleri keşfetmekten vazgeçmemek, eğer hala aranılan bulunamamış olsa bile. diğer olasılık olarak, "İşte bu" diyorsanız dinlediğinizde, zaten bu türlerin sizi daha da içine çekeceği kesindir.

ha bir de, istanbul'da lounge fm var, netten de yayınlarını takip edebilirsiniz, ama ne yazık ki düşük kbps değerleriyle :( İstanbul'da olsam dedirten radyolardan birisidir kendileri. Bi ucundan başlamak için, ve güzel müzik dinlemek için, tercih edilebilecek yöntemlerden birisi loungefm.

-------------------

İşte durum kısaca böyle. kısaca, adı bilinen, sıkça takip edilen bazı grupların üzerinden geçmiş oldum. her ne kadar amaç arşivlemek de olsa, birilerine yardımcı olursa burada yazılanlar, elbette mutlu olurum. oturduğum yerden anlamsızca konuşmayı çok sevmiyorum. çevrede "dayatılan" müzikten kurtulmak için bir yol olark görürsünüz yazdıklarımı umarım. anlattıklarımdan daha çok şeyi merak ediyorsanız, neler istediğinizi belirtirseniz yardımcı olmak isterim. Yok, benim bu konularda anlatmak istediklerim var diyorsanız, kapım her zaman açık :)

20070409

rock şenliklerinden başlayarak...

istek üzerine yazdığım bu yazıyı da blogda arşivlemeye karar verdim.

hacettepe rock şenliği'ne olan hayranlığa bir de mehmet'in ilgisi eklenince, oturayım bazı yönlerden ele alayım dedim, kısaca. işte o yazı:
...

sen de mi mehmet :)

tamam, ben de şaşırdım ilk günün headlinerlarını görünce. bağlantıları
sağlam olan kişiler var hacettepe'de, onları da kendi alanlarındaki bu
başarı nedeniyle kutlamak lazım.

ama

günümüzde türkiye'de rock genel başlığı altında müzik üretebilen isim bulmak
neredeyse imkansızken, nasıl herhangi bir etkinlik çok sağlam olabilir ki?
mavi sakal bile gösterişte varlığını sürdürüyor sadece, son ürünlerinin
kalıcılığı yakında çıkacaktır ortaya (umarım). Kalan yeni çıkmış isimlerin
durumu ise daha vahim bence. nedenlerim var, sıkmayayım şimdi sizi. (mavi
sakal'ı vurgulamak gibi amacım yoktu, ama bir kere de olsa konserlerini
izlemiş bulundum, adamları bir daha dinlemek için kılımı bile kıpırdatmam.
ve bu isim geçmişiyle, gösterişiyle ilgi toplamaya devam ediyor, çünkü
sorgulayan yok. )

ayrıca üniversitelerin en büyük müzik etkinliği haline gelen "rock"
şenlikleri de ne yazık ki ilerici tavırlar sergileyemiyorlar. bu sefer, yeni
nesil rockla uyutulmaya çalışılıyor ( ne farkı var bunun "pop"la uyutmaktan
ey yeni nesil "rak"çılar? popülerleşen müzik basitleşiyor yanlış insanların
elinde. ) en temel sorun demin bahsettiğim ilerici grupların eksikliği
olabilir, ama onun da altında yatan neden bir talebin ve sonrasında farklı
bir kültürel ortamın oluşamamış olması. amatör, piyasaya çıkmaya çalışan
gruplar da kendi dinledikleri müzikler neyse onu aktarıyorlar ancak. bu
nedenle, eksik görgüleriyle türleri kopyalamaya çalışan gruplar etrafı
doldururken, sadece kendine has türlerini yaratabilmiş işler ortaya
koyabilen gruplar ve sağlam müzisyenler müzik üretmekte (şov yapmakta
değil!) ön plana çıkabiliyor (bakınız gevende, akın eldes, belki de
replikas ).

tekrarlıyorum, yabancı grup getirebilmeleri dışında (ve belki de iyi bir
metal günü hazırlamaları dışında, o gün uzak dursun benden) etkileyici
değildir. bence.

*aDiL

.. her güne "kıyak geçmiş" olsalardı, tek zihniyetin hakim olduğu,
yönlendirici bir şenlikten başka bir şey olmazdı.

20070403

konser kayıtları arşivi

yüzlerce grubun dinleyiciler tarafından alınmış konser kayıtlarını barındıran bir siteyi paylaşmak istiyorum. Gruplar tarafından alınmasına izin verilmiş, copyright sorunları olmayan kayıtlardır. içlerinde gerçekten çok iyi ses, müzik ve performans kalitesine sahip kayıtlar var. Dinleyiciler kayıtları cep telefonu gibi cihazlarla almıyor. bazı kayıtlar profesyonel cihazlarla/mikrofonlarla miks masasının ve sahnedeki sanatçıların desteğiyle alınıyor. Seste veri kaybı olmadan (lossless) indirebileceğiniz bu kayıtlar arasında, biraz araştırmayla çok güzel gruplar bulabilrsiniz, arşivdekilerin çoğu adı sanı duyulmamış gruplar olsa da.

http://www.archive.org/browse.php?collection=etree&field=%2Fmetadata%2Fcreator

Benim ilk önereceğim isim Ryan Adams. 2001-02-17 tarihli "Great American Music Hall"de gerçekleştirlimiş konseri önerebilirim, tek başına sahne aldığı ve çok içten bir performans gösterdiği bir konser olmuş bence, kesinlikle etki bırakacaktır üzerinizde. Ryan Adams kimdir peki. Kısaca alt-country/singer-songwriter olarak özetleyebilirim, hatta "şarkıcı/ şarkı yazarı" konseptini en başarılı uygulayan isimlerden birisi. Yazdığı sözlerle, anlattığı hikayelerle de ilgiyi hak ediyor. Bir senede (2005) 3 albüm (birisi double disc) çıkarabilecek kadar üretken bir müzisyen. oldukça çeşitli konseptlerde gerek kendi ismiyle, gerekse 1990'ların en önemli
gruplarından (pek bilinmese de) Whiskeytown adı altında pek çok albüm yayınladı. Bazı albümleri (RockNRoll gibi) sert elektro gitarlara sahipken, Whiskeytown döneminde alt-country'i tanımlayan işler yaptı viyolinde Caitlin Cary ile birlikte. Kısa dönemde çıkardığı pek çok albüme rağmen, her defasında müziği ve duyguları farklı bir noktadan tutabilmiş biri olarak
görüyorum kendilerini. Albümlerini paylaşmaktansa, gerçek yeteneğin görüldüğü canlı kayıtlara yönlendiriyorum sizi.

bildiğim ve en az bir konserinin kayıt kalitesi yüksek olduğu belirtilmiş olan grupları not ediyorum, yanlarına (*) koyduklarım özellikle dikkate değer gruplar bence. ilgilenen araştırsın:

* A Silver Mt Zion - Fly Pan Am - Godspeed You Black Emperor (post-rock, aynı kökene sahip grup olduklarından birleştirdim) (Godspeed de kendi türünü tanımlamış gruplardan birisi, her bünyeye göre değil belki de.)
Animal Collective
* Magnolia Electric - Songs: Ohia ( alt-country / folk )
Damien Rice
* Death Cab For Cutie (indie pop / indie rock)
Jack Johnson
* Mogwai (post-rock) ( highly recommended:) )
* Mono (post-rock)
Pelican ( post-rock / metal )
* Do Make Say Think (post-rock)
* Elliott Smith
Xiu Xiu

Not: post-rock dediklerim de birbirine benzemez, türleri aynı görünse de. Godspeed minimal ve oldukça uzun (15-20 dakika) kompozisyonlarıyla tanınır. A Silver Mt Zion, biraz daha derli toplu, takip edilebilir bestelere sahiptir, aralarda giren vokaller de olur. Mogwai'yi post-rock olarak tanımlamayı reddeden dinleyiciler olmasına rağmen, bence rock enstrümanlarını rock'tan farklı amaçlar için kullanan bir topluluktur. birkaç eski albümündeki yaklaşımlarıyla, post-rock tanımı hakkettiği söylenebilir. Mono, Mogwai'ye göre daha elektronik seslerden uzak kalmayı tercih eder, eski zamanlarında daha çok noise-rock'a kayıyorlardı, son dönemlerinde sakin melodik kısımlar ön planda şarkılarında. Daha sade tonlarla (delay'leri falan saymazsak tabi:) ) . Do Make Say Think de jaz'a yakınlaşmayı becerebilmiştir çeşitli albümlerinde. Genelde daha sakin, biraz da deneysel kompozisyonları vardır. Lütfen post-rock diyip geçmeyiniz :)

*aDiL

20070324

neden sessiz buralar

biliyorum pek işe yarayamıyor burada yazdıklarım. Çok şey anlatsam, takip edilmiyor diye üzülürdüm bu sefer, ama beni buraya çok sık yazmaktan bir şekilde alıkoyan nedenler var. Neler mi? Burada konu sadece müzik. Bildiğiniz gibi artık adımınızı attığınız her yerde müzik bulabiliyorsunuz internet üzerinde. Myspace deseniz, her türlü grup hakkına fikir edinmenizi sağlayabiliyor. Youtube'da istediğiniz klibe hatta canlı performanslara ulaşabilirken, wikipedia ve last.fm üzerinden sanatçının kim olduğunu, dahil olduğu akımları, benzer müzik üreten kişileri (bunu seven bunu da sevdi tadında) öğrenebiliyorsunuz. Albüm mi dinlemek istiyorsunuz, girin bir torrent sitesine, şanslıysanız diskografi karşınızda. Olmadı girin sevdiğiniz sağlam forumlardan birine, türlere göre istediğiniz gibi dolaşıp bilgi edinin (albüm indirip dinleyin=) ) ya da şu anda üzerinde yer aldığınız blog sistemindeki diğer kullanıcıları araştırın, mutlaka birileri albümü upload edip link verniştir blogunda. isterseniz taşınabilir müzik çalarınıza podcastleri atın, güncel haberleri dinleyerek takip edin. bütün bunları bir araya getirince, kısaca internetin nimetleri diyelim, artık bağımsız müziğe ulaşmak çok daha kolay. Belki sırf bu nedenle, ortalıkta dolanan her şeyi eleyip size en lezzetlilerini sunacak yerlere ihtiyaç var, ama herkesin de damak tadı aynı olmadığından bunu da en genel şekile halledebilmek olanaksız. Samimi bulmadıklarınızı eleyip, "a bunu ben de seviyordum, şurda bahsedilene de bir bakmalıyım o zaman" diyebileceğiniz, muhabbeti güzel siteler üzerindeki yazıalrı takip etmek yararlı oluyor. Dili Türkçe olan ve takip etmeye değer çok az yer var bence. Yan tarafta linki bulunan modernway blogu ekibi bir şeyler çıkartabiliyor ortaya. Indie müzik üretebilen gruplarımız parmak sayısını geçemiyorken, istanbul tabanlı fanzineler ya da çoğu arka planda kalan birkaç müzik dergisi umarım bazı kitlelerin ilgisini, çekebiliyor, onları bilinçlendirebiliyordur. Özel kitlelere hitap eden yerel radyolarımız da keşke daha çok olsa. bakınız istanbul'daki eksen, lounge fm, radiooxigen ya da ankaradaki tek dinlemeye değer radyo, RadyoOdtü'müz :) Ülkemizden çıkan, yazıda bahsetmediğim (bahsetmeyi unuttuğum -mümkün- veya farkında olmadığım) güzellikler varsa cevaplarınızı beklerim.

Sessizliğin nedenini tam olarak ortaya koymak gerekirse: ben buraya hiçbir şey yazmasam da, müziğe ulaşmak isteyen zaten amacına ulaşıyor. ( Bu "araştırmacı" kitleyi, bilinçli dinleyici olarak tanımlıyorum çoğunlukla.) Belki bilgileri edindiğimiz yerler gene bizden birileri tarafından hazırlanıyor, ama arkada daha geniş bir çevre oluyor çoğu zaman. tek kişi tarafından hazırlanan, geri bildirim veren, yeniliklere zorlayan takipçilere sahip olmayan, sadece etraftan toplama linklerle, yazılarla albüm download linkleri üzerine dayanmayan bir paylaşım ortamının ilgi çekmesi zor (umarım yanılmıyorumdur ). En kolayı aralarda sayfa renklensin diye youtube'dan video klipleri atmak, albüm tanıtmak bu tarz bloglarda. Neyse, onu bile yapamıyorum anlayacağınız :) Elime bazen çok fazla albüm geçiyor, bazen ne dinlesem bilemiyorum, bi albümü 1 hafta aralıksız dinleyemiyorum. Bu karmaşa içinde oturup yorum yazmaya çalışmak belki yavaşlamama neden olacağından bana da faydalı olabilir, değil mi? Hm, bi düşüneyim şu konuyu. Kendim için yazıyorum neyse ki:)

Madem bir mesaja başladım, haberlerle devam edeyim. Uluslararası İstanbul Film Festivali kapsamında düzenlenecek olan konserlerden birisi, keşke orda olabilsem dedirtti. :
http://www.iksv.org/film/basin_bulten.asp?cid=208#7
Elbow ve I Am Kloot sahne alıyor, konsept John Lennon şarkıları temeline dayandırılmış. Elbette kendi albümlerinden de şarkılar seslendirecekler. Ne diyeyim, ah keşke orda olabilsem :)

şimdilik bu kadar, yakın zaman içinde tekrar görüşmek üzere:)

aDiL

20070314

3 cover (ve birkaç cümle)

son dönemde dikkatimi çekmiş 3 cover'ı paylaşmak istedim. mp3leri yarın bölüm hesabıma koyacağım, linkler iletiye verilen bir cevapta olacak.

Şarkı: Mark Ronson featuring Alex Greenwald - Just
Ojinal Sanatçı: Radiohead
Paylaşma nedenim: bugunkü rock şenliği dahilinde sahneye çıkan bir grup sahnede bu şarkıyı yorumlamaya çalışmıştı. (önemli bulduğum birkaç nokta aşağıda)

The Quantic Soul Orchestra - Feeling Good
Orjinal Sanatçı: Anthony Newley and Leslie Bricusse. 1966 musikali The Roar of the Greasepaint-the Smell of the Crowd için yazılmış. (bu bilgiyi yeni öğrendim.)
Paylaşım nedenim: Şarkı bugün dikkatimi çekti. feeling good'un günümüz gençleri arasında popülerliğini sağlayan grup muse olmuştu, origin of symmetry albümü ve oldukça orjinal, grup yapısı içinde eritebildikleri bir yorumla. o kaydın dışında pek çok farklı yorumu bulunan bir şarkı Feeling Good. Paylaştığım şarkıya gelirsem: the quantic soul orchestra, kendini isminde özetleyen bir grup. soul. orchestra. the quantic isimli oluşumun bir alt ayağı gibi, türü kendi içinde özelleşmiş. ayrıntılı bilgi için: google, wikipedia, http://www.quantic.org/. fikir edinmek için mp3'ü dinleyebilirsiniz.

Elbow - Teardrop (canlı)
Orjinal Sanatçı: Massive Attack
Paylaşım nedenim: Biraz ender bulunur bir kayıt olduğunu düşünüyorum. 22 Eylül 2003 tarihli black sessions kayıtlarının ilk parçası. Teardrop'u sevenler için ayrı bir tad verebilir. Özellikle şarkıyı bu sefer erkek bir vokalden dinlemek biraz tedirginliğe sebep olabilir, kayıt kalitesinin yüksek olmamasından dolayı dinlerken çok akıcı gelmeyebilir. Elbow'la tanışmak için en iyi fırsat değil belki de. cover konseptine uyarak, sağlam brit/indie müzik yapabilen bir grubu tanıtmak istedim ilgilenenler için.

şimdi, bugünkü performanstan yola çıkıp, konuyu arada bir miktar dağıtıp birkaç cümle daha eklemek istiyorum bu yazıya:

Just'ı yorumlayan grubun adını vermekte sakınca görmüyorum: Well Behaved. Kendini indie/brit-pop/post-punk diye tanımlamışlar, coverladıkları grupları afişlerine gururla (?) koyuyorlar. Merak ediyordum, denk geldi, ilk defa izledim. Vardığım sonuç: Daha yaptıkları işin farkında olmayan bir grup. daha da genel gidecek olursam: eğer bu tarzları takip etmek istiyorsanız, türkiye'de çıkan her gruba rahatlıkla negatif önyargıyla yaklaşabilirsiniz, grubu izlediğinizde hayal kırıklığına uğramazsınız en azından. raindog bir bu iki. nokiasupersound'daki benzer şekilde kendini pazarlamaya çalışan gruplar deseniz, altyapı, yaratıcılık ve müzikal değerlendirmeden yoksun şeyler sunmaktan başka iş yaptıklarını görmedim (neredeyse tamamının). kopya bile olamıyorlar çoğu zaman, kendi özlerini yansıtmak nerde ... yok eğer
modern rock, hatta ve hatta post rock, müziği sevmiyorum diyorsanız, hala dinlemediğiniz iyi isimler veya kişisel müzik sınırlarınız vardır.

türkiye'deki bağımsız müzikle ilgili bir yazı okumuştum. bu yazıyı paylaşmak için uygun zaman olduğunu düşünüyorum. belki farklı bakış açıları kazanmanızı sağlayabilir. biraz taraflı, ama olan biten hakkında uzaktan da olsa fikir veriyor. ( özellikle istanbul tabanlı modern müziği türkiyeye taşıma amaçlı gruplar var, henüz bir kalite standartı oluşamamış olsa da ). Link

! türkiye'deki bağımsız müzik piyasasıyla ilgili en ufak bir kaynak biliyorsanız, bana iletebilirseniz çoook sevinirim. özellikle basılı medyayı merak ediyorum. dergiler, özel web siteleri, demo/split CD'ler ... . !

ayrıca eğer -rock genel başlığındaki- konserlere giden bir müzik dinleyiciyseniz, lütfen (!) azla yetinmeyin, kötü yorumları/performansları alkışlamayın. eğer parçadaki sesleri anlayamıyorsanız, bütünlük yoksa, kompozisyon yoksa, boşuna kendinize eziyet etmeyin, illa grubu destekliycez diye yırtınmayın. tekrardan söylüyorum: alkışlamayın! biraz kalite aramak
sizin de hakkınız. karşınızdaki kişilerin müzisyen olması gerektiğini unutmayın. onların görevi en iyi performansı sergilemek. ses sistemindeki genel sorunlar için belki grubu kötülemeye gerek yok, ancak bu noktada da işin başında (organizasyonda) sorunları çözebilen kişiler olmasını dilemek de aynı şekilde sizin hakkınız. eğer dinlediğiniz müziğin kültüründe vurdumduymazlık/basit cümlelerle anlatım oluşturmak yoksa (olabilir, bence bir nevi yaklaşımdır, samimi olduğu sürece isteyen yapsın, isteyen takip etsin) yanlışlıklara göz yummamalısınız. eğer boş vakit geçirmek için kullanmıyorsanız böyle aktiviteleri, mutlaka seçici davranın !

ODTÜ MT hakkında fazla bir şey demek istemiyorum. Eminim ki sahneye çıkacak kalitede grup bulmakta bile zorlanıyorlardır.

*aDiL

20070221

Yabancı indie sahnesinde bir Türk ismi: Adem İlhan

birkaç dakika önce, bir Türk ismini keşfettim: Adem İlhan. Bu ismi nereden bulduğuma gelirsem:
Four Tet , son zamanlardaki favorilerimden birisi. Post/rock, electronica, experimental yönleri birleştiren, "tek kişiden" (Kieran Hebden) oluşan bir proje. Akustik enstürmanları kullanması, ama bir yandan da müziği tamamen bilgisayara dayandırıyor olması, beni uzun süre etkileyecek gibi. Bu kişinin ilk işi ise "Fridge" adında bir post-rock grubu. Grup, 3 okul arkadaşından oluşuyormuş. Fridge elemanları, geçen süre içinde eğitimlerine devam etmiş, aralarda bazıları solo işler yapmış. Şu anda bu solo işleri ve Fridge albümlerini bulmaya/dinlemeye çalışıyorum ağırlıkla. Bu grubun içinde yer alan diğer isimlerden birisi kim dersiniz? Konuyu bağlamam gerektiğine göre, Adem İlhan olmalı.

Bir diğer benim için ilginç nokta da, birkaç gün önce mp3 çalarımda Adem isimli birinin mojo pin kaydını görmüş olmamdı. Jeff Buckley ve Tim Buckley Tribute albümünde yer alan bir şarkı, ismi ilk sıraya yerleşince dikkatimi çekiyordu, hep "Türk değildir, benzerliktir" diye düşünüyordum. Öyle değilmiş, Bu şarkı, Adem İlhan'ın yaptığı bir kayıtmış. şimdi oturup merakla dinledim. Akustik gitar ve farklı vurgularla yorumlamış, güzel olmuş ilk dinlememe göre.

Kendisiyle ilgili kısa zamanda karşıma çıkan başka bir bilgi de şu şekilde: Başta elektronik tabanlı çalışan birisi olup (Fridge, son döneminde yoğun sample kullanımlarıyla göze çarpan bir grupmuş) sonradan bu şekilde elektroniğe kaymasını da bir kaza olarak tanımlamış, ama sonrasında da özünü bulmuş.

Bu "scene" içinde Türk isimler rastlamak, kesinlikle çok heyecanlandırıcı oluyor, değil mi?

*aDiL

20070214

Jeff Buckley - Live at Sin-é kayıtları

Bugün, Live at Sin-é kayıtlarını dinlediğim ilk gün. Tekrardan Jeff Buckley'in gücünü hissettim. 2003 yılında çıkan ve 2CD içeren Legacy Edition adı altında yayınlanan versiyonu, -şu ilk kez dinlediğim anlarda bile- yeri asla doldurulamayacak bir albüm olduğunu anlatabiliyor.

Sadece gitarı, sesi ve bunları kontrol eden ruhu yer alıyor bu canlı kayıtlarda. Albümün bir kısmı Jeff Buckley'in seyircilerle kurduğu sohbet/diyaloglardan oluşuyor, son derece samimi, insanı sıkmayan, zaman zaman gülümseten, zaman zaman hüzünlendiren anlar bence. Kalanı, daha önce yayınlanmamış olan pek çok cover (hiçbirini tanımıyordum öncesinde.) ve Grace'de yer alan unutulmaz şarkılarının birkaçı. Monologlar, bu şarkıların süresinden çalmışa benzemiyor. Bu albümde yer alan yaklaşık 20 şarkı, müzik beklentilerinizi karşılayacaktır mutlaka. Bu albümün yerini doldurulmaz yapacak olan şey, eğer birkaç saat boyunca Jeff Buckley'in sesini efsane Hallelujah şarkısındaki duyguda, ve gitarını tüm odayı dolduran temiz ruhuyla dinlemek istediğimde tercih edeceğim bir albüm olacak olması.

Kulağınızda sadece Jeff Buckley'nin anlattıkları, sanki kendinizi "orada" hissedercesine yakınınızda. İnsan bazen daha fazla ne isteyebilir ki?

20070201

DJ Shadow _ Endtroducing... ( ve sorular)

bugün, başlıkta adı geçen albümü dinlemeye başladım. çok akıcı bir albüm, önceden UNKLE'ı oldukça seven biri olarak, aradığım/beklediğim/(belki de ihtiyaç duyduğum) bir albüm.

Guiness'te "tamamen samplelardan oluşan ilk albüm" olarak yer alıyormuş. yani, albümde kullanılan tüm şarkılar/besteler, bir şekilde başka parçalardan alınmış örnek seslerin kullanılmasıyla oluşturuluyor. 90'ların en önemli albümlerinden birisi, DJ Unkle'ın ise yayınladığı ilk LP'si. nasıl o samplelardan bu güzellikte bir bütün yaratabilmiş, çözemiyorum. Scratch'le üzerinde oynanmış vokal örneklerini seçebiliyorum aralarda, o kadar :) ne beklemilisiniz peki albümden? UNKLE'i biliyorsanız, benzer beatler bekleyebilrsiniz, trip-hopun biraz hüzünlü havasını bekleyebilrsiniz, asla abartı kullanılmamış scratch'ler bekleyebilrsiniz, zaman zaman düşük tempolu, ama hala güçlü sesler bekleyebilirsiniz. eğer ritm tabanlı müziklere alışık değilseniz, başta garip gelebilir. basit ritmler beklenmemesi gerektiği, prodüksiyonda bu alanın odak noktası olmasından tahmin edilebilir. elbette ki yetenekli kişiler en iyi ve orjinal eserleri yaratacaktır, kullanılan ekipmanlardan ve yöntemlerden bağımsız olarak.

DJ Shadow'un tam bir plak manyağı olduğunu bir belgeselde hayranlıkla öğrenmiştim. gittiği şehirdeki plak satan dükkanları teker teker tesbit ettiği, bazılarının alt depolarındaki binlerce plak arasında saatlerce vakit geçirdiğini, başka insanlar, djler o dükkanlara ulaşamasın diye şehirdeki telefon kulübelerindeki rehberlerden o dükkanların telefonlarını içeren sayfaları yırttığı söyleniyordu. böyle davranan bir insandan sıradışı işler beklenmeli bence. jazdan, hip-hop'a, soul'a, rock'a bir çok türde şarkıdan örnekler kullanmış. yarattığı tür ise, ....., dinleyin, ve görün. internetten bulmak zor değil. işinizi zorlaştırmadan benim kullandığım linki veriyim, high quality vbr, 2 cd, her zip ayrı açılabiliyor.)

Disc 1
Disc 2
( upload eden kişi her kimse teşekkür ediyorum. )


alttaki linkte bu albümde kullanılan samplelarla ilgili bilgiler de bulunuyor. benim sorum da burda başlıyor aslında :)

o girdideki "entroducing: " başlığının altında yazan şarkılardan birkaçına sahip birilerin var mı?

ikinci sorum da breakbeat nasıl üretilir :) bir yerde bu konuyla ilgili yazılara denk gelmişsinizdir belki.

(sonradan gelen not :) wikipedia yardıma yetişir:
.... The only piece of kit Shadow used to produce the album is the AKAI MPC60 12bit sampling drum machine.
Şu anda 2 adet akai mpc3000 kullanıyormuş, bir laptop, pro tools, pitch transposer. daha ne olsun :)
Sanırım breakbeatleri burdan elde ediyor. Breakbeatlerle ilgili bilgisi olanların hala yardımına ihtiyacım var. )

teşekkürler.

*aDiL

.. the stage is set.
.. listen to this, just..listen to this, just..listen

.. fruity loops'taki örnekler işe yarar mı acaba :) sequencerlar, looplar, ritm işini halleder gibi.

20070102

Archive Türkiye'de

Yazılar arasındaki arayı çok uzatmadan size güzel bir konser haberini iletmek istiyorum:

Önemli trip-hop / post-noise-alternative- rock / electronica / indie gruplarından Archive, Türkiye'ye geliyor. ( aDiL: Tür tanımlamayı beceremediğimin kanıtı olarak alabilirsiniz bu cümleyi )

Konser şehirleri: 23 Ocak'ta Eskişehir, 24 Ocak'ta İstanbul.
Sitelerinde konserlerle ilgili bilgileri içeren sayfa:
http://www.archives-archive.com/archive-staging/category/news/


Ve biraz geyik yapayım kendimce:

Siteyi sık aralıklarla güncellemek amacındayım, ancak ne yazık ki bazı planlanmış yazılarımda istediğim seviyeye ulaşmaya önem vermem nedeniyle sessiz melodinin uzun süre sessiz kalmasından çekiniyorum. Bunu engellemek için aralarda kısa yazlar ve öneriler de ekleyebilirim. Aklımda şekillenmesine çalıştığım bazı konular sonraki cümlelerde gizsiz anlatımlarla yer almaktadır. ( aDiL: buraya yazdım, söz verdim, yapalıyım diyerek kendimi isteklendirmek ve zaman yaratabilmek için bir nottur ) post-rock hakkında kişisel fikirlerimi içerecek bir yazı yazmak, wibutee grubu hakkında izlenimlerimi aktarmak ve elbette Archive'ı ve 6 albümlerini iyice sindirip bi özet geçmek. Dahası da daha vardı aklıma zaman zaman gelen, unutmuşum, kusura bakmayın.

aDiL