13 Ağustos'u 14 Ağustos'a bağlayan gecede, e-posta kutumda, her hafta olduğu gibi, le cool istanbul rehberi beni bekliyordu. (http://lecool.com/istanbul, abone olmanızı öneririm.) Konserler, tiyatrolar, sinemalar arasında bir sonraki haftanın etkinlikleri arasında gezinirken, Pazar günü gerçekleşecek bir festival hemen dikkatimi çekti: Lounge 102 The Birthday. "Chill Out sonrasında gelen yoğun talebe dayanamayan Lounge 102 yazın son festivalini takdim ederek doğumgününü dinleyicileriyle kutluyor. " Ardından yazılan isimler ise, Sebastien Tellier, Nouvelle Vague, Figli di Madre Ignota ve dZihan & Kamien (!). İstanbul, beni çağırıyordu bu sefer, ben onu değil :)
Ertesi gün, beklenmedik bir şekilde yoğun bir programın arasında İstanbul için bir plan oluşturmaya çalışıyordum. İçten içe biliyordum ki, her ne olursa olsun "orada" olacaktım, bulunduğum yerin keyfini çıkaracaktım. Herkesin şehir dışına çıktığı tarihlerde, beklediğim programı oluşturmam pek kolay görünmüyordu açıkçası. Yapılamayanlar olacaktı, ama yapılacaklar yeterdi, gerisi zaten gelirdi :) Perşembe akşamki break'n'chill listeme hemen zevkle Nouvelle Vague ve dZihan & Kamien'i de dahil ettim. Cuma günü hem festival biletimi, hem yolculuk biletimi almıştım. Tek geri dönüş, İstanbul'dan Ankara'ya olacaktı. Yolculuğa çıkmadan ipod'umda gerekili boş yerleri açıp, yol boyunca "festival hazırlığı" yapmak da yolculuk sürecini ilgi çekici kılıyordu benim için :D
Bu doğumgünü kutlama amaçlı etkinliğine festival demek biraz "overrated" görünebilir. Tek bir akşam, girişte Lounge 102 All Stars'la downtempo/lounge şarkılar, ardından 3 sanatçı ve dZihan & Kamien'den dj performansı. dZihan & Kamien'in orkestrayla gelecğini umarken, DJ Set'leriyle karşılaşacağımı Cumartesi akşamı öğrenmiştim. Etkinliğin boyutunu düşündükçe, dZihan & Kamien'e "Live" sıfatını eklemenin zor olacağını baştan tahmin ediyordum sanırım, o yüzden bu haberin beni çok etkilemesine izin vermedim. Nouvelle Vague, öncesinde İstanbul'a gelen ve izleyemediğime üzüldüğüm isimlerdendi, ve bu konserde sahneye çıkacak isimler arasında beni en çok heyecanlandıran gruptu. Sebastien Tellier'in bu sene gerçekleşmiş Chillout Festival'e (lounge fm'in en önde gelen etkinliği) katılacağı söylenmişti, ancak o festivalde Sebastien konsere çık(a)mamış. Planlanan konser tarihinden bir önceki gün Eurovision'a çıkmış olduğunu bu iptal sayesinde öğrenmiştim: Büyük ihtimalle düşük sıralarda kaldığı vs için konseri iptal etmişti. Ardından da "blog yazarı" birinin iptal hakkında organizatörlerle girdiği tartışmayı / mail trafiğini birkaçınız takip etmiştir internet üzerinden belki. Sonuçta, Sebastien Tellier'in tekrardan gelmesi planlanıyordu Türkiye'ye, bu da o etkinlikti işte. Pek sevemediğim bir isim olmuştu Sebastien Tellier, konser ardından da pek sevemedim, ayrıntılar sonra geçeceğim. Figli di Madre Ignota ise adını öncesinde hiç duymadığım bir isimdi, haklarında sadece Balkan esintili eğlenceli müzikler yaptıklarını öğrendim konser öncesinde, o kadar.
Festivali festival yapan şey de ortamıdır elbette. Bu konuda Lounge 102 Birthday, beni kesinlikle mest etti. Öncesinde Sepetçiler Kasrı'na gitmemiş birisi olarak, ulaşım sorunları kafamda dönüyordu elbette ( Resmi sitelerine girsem bir krokisi varmış, şimdi farkettim :D ). Eminönü'nde arkadaşlarımla kasrı ararken, sonunda doğru yere ulaşmayı başardım. 1600'lü yıllardan günümüze ulaşan bir mimariyi atlamak çok kolay değil. Doğru yerde olduğumu uzaktaki ilerdeki bir kalabalıktan tahmin etmiştim. O anda yanıma birisi yaklaştı: "İçerdeki konsere mi geldiniz? Bu etkinliğe çok kişi gelir mi sizce?". Sorunun sorulabileceği en son adamdım sanırım, yine de beni buldular, ve bir şekilde kısa cevap verip yoluma devam ederken arkamdan çağırmaya devam ediyorlardı ve tekrardan yanıma geldiler. Şahsen Ankara'da böyle bir etkinlik olsa, sayılı kişi geleceğinden emin birisi olarak, "sanırım katılım çok olmaz" dedim. Adamların derdi cd satmak için seyyar stand açmakmış :D "Sizin burada açtığınız standa etkinliğe katılanlar pek ilgi göstermez" diyecek olduysam da diyemedim elbette, özel bir radyonun etkiniği vs diyordum ancak. Üstüne "ben buraya Ankara'dan geldim, İstanbul'daki ilgiyi tahmin edemem" diyince adamlar daha bir şaşırdı, katılım az olur diyen kişi Ankara'dan konseri takip etmek için gelmişti :D Sonrasında içerde yeni tanıştığım arkadaşlarla konuşurken bu Ankara'dan gelme konusu açılınca, son derece emin bir şekilde "Tek sen varsındır böyle" dememiz durumu açıklar sanırım :D Neyse, dışarda sonrasında stand açtılar mı açmadılar mı bilmiyorum, çünkü içeriye bir kere girdikten sonra çıkmayı istememek delilik olurdu. Kendi çektiğim birkaç açıklayıcı fotoğrafı bu iletinin çeşitli yerlerinde görebilirsiniz. İç geçirmek serbest :)
Böyle bir kasırda festival düzenlemek ilginç bir fikirdi bence. 3 katkı binanın denize bakan kısmın nispeten dar bir sahil şeridi olduğu söylenebilir. Bu şerit üzerinde denize bakan ana sahne, girişteki geçişin hemen sol tarafında kalıyordu. Önünde 200-300 kişilik (maksimum, tahminimce) bir açıklık vardı sadece. Kalan taraflar bar ve çeşitli ürün standlarından oluşuyordu. En solda sahilin önünde kalan camlarla çevrelenmiş genişçe kapalı bir hol vardı. Akşam saatlerinde boş olan bu mekanda, gece başladığında DJ performansının gerçekleşeceğini öğrendim. Boş bulduğunuz takdirde oturabileceğiniz minderleriyle, 1.5 saatte bir sınırsız şarap tadımlık seanslarıyla bizleri pek bir mutlu eden Kayra - Leona standıyla, en önemlisi boğaz manzarasıyla, hatta ve hatta bahçesindeki saltanat kayığıyla ( bilsem o kayığı da alırdım çektiğim bir kareye) mest olmamak mümkün müdür? ( Cevabı bilinen sorular :) ) Ekşisözlük'teki yazdığı gibi: Manzara mükemmeldi, mekan büyüleyiciydi ve kaliteli bir etkinlikte, kaliteli insanlarla beraber olduğunuzu biliyordunuz.
Mekana girişte lounge fm'in Chill-Out İstanbul '07 CD'sinin promo bir versiyonunu veriyorlardı. Üzerinde katalog numarası bulunmamakta, plak şirketi sanırım Yeni Dünya (?), cd içeriği ise aynı. En ilgimi çeken ise Bonus Track oldu: Up, Bustle & Out & Şevval Sam - İstanbul's Secrets. Zamanında Up Bustle & Out'un, Şevval Sam'la beraber bir albüm yaptığını duyduğumda bayağı heyecanlanmıştım, ama dinleme fırsatım olmamıştı. Ardından etrafı keşfetme sırası geldi, mekanla ilgili izlenimlerimi yukarda anlatmıştım zaten:) Yani, sıra konserlerde!
Figli di Madre İgnota (İlk defa adını ezberden yazabildim, öğrenmişim sanırım:D), sahneye programda belirtilenden yaklaşık 15 dakika önce çıktı. Organizasyonlarda pek alışık olmadığımız bir şey bu, gecikmelere aşinayızdır sadece. Grup ısınma turlarında hızını almış olmalı ki hemen müziğe başladılar. Öncesinde takip etmediğim bir grup olduklarını belirtmiştim zaten, konser sonrasında da özel bir hayranlık duymadım kendilerine. Ama yiğidi öldürürken hakkını verelim: Yaptıkları işi hakkıyla yaptılar, sahneleri oldukça eğlenceliydi, şapkaları, giysileri, basçının rasta saçlarıyla, saksafon ve trompetle zenginleşen müziklerle, kancasına kolayca takıldığınız şarkılarla, hatta öğrendiğime göre ( :) ) bir ara çaldıkları Süt Kardeşler'in müziğiyle kendilerini izlerken oldukça keyif aldım. Özellikle aradığım bir müzik değildi belki, lounge fm'de de çalınan bir grup olduklarını da zannetmiyorum, ama eğlenceyi düzgün şekilde sundular, biz de rahat rahat eğlendik, ısındık :D
Ardından Nouvelle Vague bekleyişi başladı. Günün geceye dönmesi neredeyse tamamlanıyordu sahneye çıktıklarında. Hemen öncesindeki tadımlık şarap fırsatını elbette kaçırmamıştık :) Dolunaylı bir gecede Killing Moon ile başladı Nouvelle Vague konseri. Konserin ortalarına doğru sahnenin önüne gitmeye çalışmış olsam da, bunda başarılı olamadım, sahne önü oldukça kalabalıktı, ve öndeki basamaklar ne yazık ki yukarıya doğruydu, yani ilerledikçe sahneyi daha az görüyordunuz çoğunlukla. Seyircinin de ilgisini göz önüne alırsak bence performansların en yüksek noktasıydı Nouvelle Vague. Killing Moon'dan sonra Making Plan For Nigel'i çalmışalardı sanırım. Ardından gelen Blue Monday ile eğlenceye devam ettiler :D Human Fly, izleyen(ler)i zevkin doruklarına taşıdı, özellikle de başlangıcıyla. Bu şarkıyı diğerlerinden ayıran bir dokusu, gitar girişinde, ritmlerinde biraz country/blues havası var. Canlısında albüm kaydına göre daha yavaştı, daha vurguluydu. Vokaller ve yaratılan hava çok daha başarılıydı. Sonuçta hayatta 1-2 kere yaşanabilecek bir deneyim o anda yaşanmış oldu. Bir-iki şarkı sonlrasında "Too Drunk To Fuck" başladı. Normalde pek hoşlanmadığım (:) ) bir şarkı olsa bile, sözlerindeki başkaldırıyı ritmlere yansıtmasıyla, konserde insan biraz delice (de olsa) dans etmeye başlıyor. Şarkının sonlarına yaklaşırken seyircilerden küçük bir grubun (yaşça da) sahneye çıkması ve sahnenin iyice kaynamasıyla izlemesi de ayrı zevkliydi.
Just Can't Get Enough'ın başlamasıyla tekrar sahne yakınlarındaydım, şarkıdan yeterli dozu alıp şarkı bitince yan tarafta yer alan rahat izleme/dinleme mekanımıza dönmüştüm. 4 gün önce break'n'chill setim için seçmiş olduğum "This Is Not A Love Song", bir şarkı ardından başladı, sahneye yakın bir yerlere gitmem şarttı, kendi setim için en uygun görmüş olduğum şarkıydı sonuçta:D "Love Will Tear Us Apart", en çok beklenen şarkılardandı, olmadan olmazdı! Gittikçe yükselen, insanı başka diyarlarda bırakıp durulan, sonrasında tekrardan o en tanıdık melodilerden birinin tekrarının coşkuya dönüşmesiyle uzun süren bir mutluluk yaşattı Nouvelle Vague. Bu şarkıyla beraber konserin sonuna geldiklerini söylediler. Ancak ben bir bis bekliyordum, ve beklentilerim ne mutlu ki gerçekleşti, ve Nouvelle Vague sanırım gecenin en uzun performansını gerçekleştirdi :D
Sweet Dreams de yorumladıkları diğer şarkılar arasındaydı, albümlerinde bulamayacağınız bir yorum, ve bence albüme koymak da gereksiz, artık duyunca baygınlık getiren bir şarkı oldu bu şarkı. Onlar "This is our last song" dedikten sonra "this is not a last song!?" şeklinde bir dileğim daha vardı, ama her güzelliğin bir de sonu vardı :p. "In A Manner Of Speaking" çalmaya başladı son olarak, konseri bizlerin yanında izleyen ve sonrasında bolca sohbet ettiğimiz Ayşenur Abla ( :) ) şarkıyı hemen tanıyıp, sonrasında beni şarkının uzun bir video kaydını almaya teşvik etmese, ben hayran hayran şarkıyı dinliyor olurdum, fırsatı da kaçırırdım sanırım :D
Yukarda konserde çaldıkları 10 adet şarkıyı listelemişim, şu anda hatırlayamadığım 3-4 şarkıyı da hesaba katarsanız 1 saati biraz aşan bir konseri geride bırakmıştık. Unuttuklarım arasında sizlerin hatırladıkları varsa iletirseniz güzel bir katkı olabilir bu yazıya ;)
Sıra Sebastien Telier'e geldi elbette. Sebastien Tellier planlanandan 15 dakika geç çıktı sahneye ve 1 saat boyunca sahnede kaldı. Sadece ilk albümünü ve son albümü biraz dinlemiştim. Daha ben ilk albümündeki avant-garde tadı sindiremeden son albümünde synth-pop'a kaymış olması beni kendinden yeterince uzaklaştırmıştı zaten. Air ekolünden beslendiğini duyuyordum, ama Air'in özellikle o ilk zamanlarındaki tadı almaktan çok uzaklardaydım albümlerini dinlerken. Sığ şarkılarla uğraşan bir isimdi bence, yurt dışında da downtempo takipçileri arasında pek saygı gören bir isim olduğunu düşünmüyorum. Uzaktan izlemeye başladım konseri. Tanıdık melodiler geliyordu kulağıma, son albüm ağırlıklı çalacağını biliyordum, zaten Sexuality albümünün turnesinde değil miydi? :) Divine ile bayağı eğlendiğimi hatırlıyorum, elimde gerekli belgeler de mevcut :D Birkaç şarkı sonrasında sahne önüne doğru aradan bir yol bulupğ rahatça geçtik ve bol bol fotoğraf çekme, sahneyi yakından göreme fırsatı yakaladım böylece. Sahnede Sexuality temasına uygun olarak birkaç ufak görsel vardı, ama Sebastien Tellier'in tavırları bazen fazla oluyordu (mikrof standında geziniyordu elleri sürekli?) Kilometer, Sexual Sportswear diğer hatırladığım şarkıları arasında. Sebastien Tellier'in önünde beyaz, köşeli bir elektro gitar vardı, sahenin arka taraflarında ise davul (elektronik padlerle de desteklenmiş) ve 2 synth. En "rock" zamanlarını yaşadı festival Sebastien Tellier ile, arada baya baya gitar riff'i dinlediğimizi hatırlarım (belgeler yine elimde var:) ) sonuçta, az önce bahsettiğim gibi, sakin hafif avant-garde şarkılar yerine birazcık rahatlamış bünyeleri dans ettirebilecek, şarkı söyletebilecek bir konser vardı karşımızda.Türkiye'de bu adamın neden bu kadar büyütüldüğünü, üzerine bu kadar tartışıldığını ve tanındığını anlayamıyorum. Bu da son yorumum olsun kendisi hakkında :D
Ve işte en unutulmaz zamanlara geçiyoruz. Sebastein Tellier bittikten sonra etkinlik sayesinde tanıştığım arkadaşlar için gece bitmişti, ama Ankara'dan dZihan & Kamien'i de görmek içn gelen benim için daha etkinlik bitmemişti (nasıl olursa eve ulaşırım diyordum:) ). Sol tarafta yer alan camla çevrili kapalı holde dZihan mikserlerin başına geçmişti bile oraya girdiğimde. Çoğu izleyici yavaş yavaş Sepetçiler Kasrı'ndan çıkıyordu, o nedenle içerde sayılı kişi vardı, sonrasında içerde yaklaşık 80-100 kişi bulunuyordu en fazla, ama bu sayıda da uzun süre kalmadı katılım. Size mekanı şöyle özetleyeyim: Mekanın dışında mekanı çevreleyen yerlerde minderlerin olduğu bir koridor vardı, hemen boğazın yanında. (Yan tarafta koridorlardan çektiğim bir fotoğrafı görebilirsiniz.) Mikserlerin arkası denize dönüktü ve içeriye bakıyordu. DJ'leri arkasındaki kapı açıktı, dışarda da oturan ve konuşanlar vardı. Turntablelar ve mikser hemen yer seviyesindeki bir masaya kurulmuştu, ve en öne geçebilmek çok çok kolaydı :) Hemen yaklaşıp hem izlemeye başladım, hem de ritmlere uymaya devam ettim. Masanın üzerinde 2 turtable, 2 cdj1000 ve 4 kanallı bir mikser vardı. Ayrıca ipod'u da saymak gerekli: bir ara dZihan ipod'dan bir şarkıyı başlattı, ama touchwheel sorun çıkarınca sanırım bunun canlı bir dj perforrmansında pek de iyi bir fikir olmadığını anladı :)
Mekanı ve diğerlerini bir kenara bırakalım, müziğe geçelim. Girdiğimde mikserin başında dZihan vardı. Yüksek tempo, elektronik ağırlıklı, ama bol katmanlı şarkılar çalıyordu en başta, uzun süre. İnsanları dans ettirmek odaklıydı diyebilirim. Bu arada ön tarafta kendimce müziğe uyum sağlarken, bir taraftan da dZihan'a yaklaşıp: "Would you play some more downtempo jazzy vibes?" demeyi düşünüyordum (tek cümle yeter:D ) Tam bu arada "Sliding" şarkılarını bağladılar, ben de sustum tabi:D Sonra yeniden diğer şarkılara dönünce ben ne zaman yanaşıp şu aklımdakileri söylesem vs diye düşünürken yanımda duran bir beyaz tshirtlü sırt çantalı bir genç (20'lerinde işte:) ) dZihan'a yanaştı, bir şeyler söyledi. Sonrasında ona sordum ne konuştuğuu, Türkçe bilmediğini söyledi :D Detroit'tenmiş, 2-3 ay türkiye'de kalmak üzere gelmiş. Bir eğitimden bahsetti, ama ne olduğunu hala çözebilmiş değilim :D Neyse, o da kendi şarkılarından daha çok çalmalarını istemiş. Ardından müzikleri dinlemeye devam ettik, After da çalan şarkılar arasına girmişti, şarkı bitince miksere yaklaşıp "thank you" diyebildim sadece:D Bu sırada bir ara Detroit'li arkadaş ( :) ) ortadan kayboldu. "Get up, get on up" sözleriyle bildiğimiz James Brown - Sex Machine'in bir remixi girdi, coşturdu coşturdu coşturdu. Bu arada dZihan arka tarafa geçmiş ve yerini Kamien almıştı, böylece ikilinin beraber geldiğini anlamış oldum:D Kamien de benzer bir müzikal çizgide ilerlemeye devam ediyordu. O anlarda Detroit'li arkadaşın arkada dZihan ile konuştuğunu gördüm, nasıl atlamıştım aslında arka tarafa geçmenin çok kolay olabileceğini :D Ve ben de yavaş yavaş oradan çıkıp deniz kenarındaki koridorda hedefe doğru ilerlemeye başladım :)
"Merhaba, ben Türk bir hayranınızım" şeklinde başladığım lafa, Ankara'dan, 5-6 saatlik yoldan geldiğimi de ekledim :p Benim için en önemlisi onları onları bir orkestrayla izleyebilmekti, bu beklentimi de aktardım. Hatta 2003 yılından beri yeni albüm çıkarmıyorlardı, albümün zamanı gelmişti belki de? Söylediklerimi ilgiyle dinleyen dZihan, sonunda gelecek seneye planları olduğunu belirtti. Hem bir albüm, hem de belki de başka bir canlı Türkiye konseri planlananlar arasında varmış. Birinci ağızdan aldığım bu bilgilerle, gelecek sene dZihan & Kamien'in haberlerini yakından takip etmem gerektiğini anladım :) Ardından, oraya giderken de düşündüğm imza alma kısmına geldi sıra. dZihan'ın yanından duran Detroit'li arkdaş, kalem konusunda yardımcı oldu, ve etkinlik başında aldığım ChillOut İstanbul CD'sinin arkasına bir imzayı kapmış oldum:D
Sonrasında dZihan başka bir köşeye geçti. Bana manzaranın keyfini ve içerden dışarıya çıkan müziğin keyfini yaşamak kalmıştı. İçerde duranlar bu sırada baya azaldı, müzikler de umduğum eksene kaymaya başladı :D O anda aklıma geldi, neden bir fotoğraf çektirmiyordum ki dZihan'la. İkisinin de mikserin başında olduğunu görmemle birlikte beklemeye başladım. Yanımda duran birinden fotoğraf çekip çekemeyecğini sordum, tamam dedikten sonra, içerde duran Kamien'e doğru seslendi: "Burada sizinle fotoğraf çektirmek isteyen birisi var." Bekletmemek istedi sanırım :D Sonrasında Kamien'le konuşmaya başladım, benzer şeylerdi çoğunlukla, bu sefer "büyük" bir hayranları olduğumu söylemiştim lafa başlarken. Ve Kamien, fotoğraf çektirmek için mikserin başına geçmemi önerdi! Sonrasında ben de DJ'likle ilgilendiğimi, müziği insanlara ulaştırmayı çok istediğimi anlattım. "Bol şanslar, başarılar" sözlerini daha işin başındayken takdir ettiğim bir ikiliden duymak çok güzel bir deneyim. Mikserin başına geçerken biraz aletlerden bahsetmeye başladı çok basitçe, ben de "biliyorum, cross fader falan:p" gibi bir şeyler diyordum. Ve fotoğraf çektirirken elim crossfader'a doğru gitti elbette ( keskin bir curve ayarı olsa mesela :p ). Ve fotoğraf çekilmişti! Arkamda boğaz, önümde mikser ve turntable'lar, yanımda müziklerini takdir ettiğim biri ikili. Mükemmel bir kombinasyon :D İkinci bir fotoğraf daha aldıktan sonra, dZihan'ın bana bir plak uzattığını gördüm: Kendi planklarından birisiydi: dZihan & Kamien'in ilk resmi plağı! gerekli bilgiler linkte. Plak elimde dururken önce teşekür ettim, ve ardından gelen "I'm Speechless". Elimde imzalı cd ve plak, iyi geceler diliyip, eve daha geç kalmadan dönüş yoluna çıkmaya karar verdim.
Aslında dZihan'la konuşurken ortaya çıkan önemli bir konu vardı. Ankara'dan olduğumu söyleyince, Ankara'da da onları takip eden çok sayıda kişi olduğunu düşünebilirlerdi. Şehri özellikle sormuştu çünkü. Konser yeri olarak Ankara yerine İstanbul'un daha iyi bir seçim olacağını düşündüğümü söyledim. Burada Saklıkent'te Crazy P konserindeki az katılımı ve Tosca'da da gerçekleşen benzer durumu düşününce, onları böyle güzel mekanlarda kalabalık seyirciyle izlemektense, kapalı, havasız mekanlarda, ilgisiz insanlarla izlemek pek hoş olmaz, grup da seyirciden etkilenir elbette. Bugün az önce şunları söyledim msn'de konuşurken bir arkadaşla: "İstanbul'dan dönünce Ankara'nın kültüründen, insanlarından iyice soğumaya başlıyorum." Ruhsuz bir şehir Ankara, insanları gereğinden fazla kasıntılı, hayat gereğinden fazla zorlaştırılmış, baskı altında. İstanbul'un güzel taraflarını gördüğümden belki bu fikirler, ama gerçek olan bir şey var: İstanbul bir seçimler şehri! Ben mi? En başta İstanbul'u seçiyorum elbette. Yazımın sonunda hikayemi bu sonuca bağlayacağımı baştan planlamıştım :)
Bu yazıyla, blogumu günlüğe çevirdim sanırım biraz, ama amaç müziği (ve hayatı) paylaşmak bir şekilde. Hem böyle bir yazı kesinlikle bu blogu hak ediyordu :D Zaman geçtikçe unutmaya meyilli birisiyim, elimden geldiğince güzel zamanları hatırlayabilmeyi istemek ve bunları paylaşabilmek oldukça doğal bir süreç.
Bu yazıyı baştan sona okuyan birisi varsa, tebrikler :) Eminim özellikle sizlerin yorumları vardır, başta "neden bu kadar vaktimi çaldın" olabilir mesela :p Sadece aralarda italik kısımları seçenlere ise: Merak etmeyin, kalın ve italik fontlarla belirtmediğim yerlerde kaçırdıklarınız sadece bir gece hikayesi :)
1 yorum:
hos bi yazi olmus. keyifle takip ediyorum sizi.
Yorum Gönder