Tarih 17 Haziran 2007. Unutulmaması gereken bir konsere tanıklık ettiğim gün. sessizmelodi, bundan böyle -güzel- konser anılarıma da ev sahipliği yapacak, hayırlısıyla başlıyorum.
Sadece tanıtımlardan biliyordum Brooklyn Funk Essentials'ı. Uluslararası bir kadro olduklarını, Doublemoon plak şirketinde yer aldıklarını, "funk, soul, jaz, reggae ve hip-hop sentezini gerçekleştirdiklerini" öğrendikten sonra, konserlerinin güzel okulum ODTÜ'nün Vişnelik Tesisleri'nde olacağı haberini aldım. Konser tarihi yaklaştıkça artan heyecan ve bikaç ufak kararsızlığı aşabilmemle beraber biletimi aldım.
Konserin başlangıç saati 21:00 idi. Arkadaşlarımla saat 20:00 civarında Vişnelik'e vardığımızda, girişte belirli bir kalabalığın birikmiş olduğunu gördük. Döner ve köfte servisini görünce baya sevindik=) 3 senedir Vişnelik'te konser izlememiş birisi olarak, tekrardan "oturalım çimlerde çeşitli biçimlerde" sloganını hayata geçirecek olmanın verdiği heyecanla, güzel bir yere ( ses teknisyeninin arkasına:)) yerleştik sonunda.
Konseri anlatmaya nereden, nasıl başlasam bilemiyorum. Vişnelik çim amfisindeki en büyük fark, 3 sene önce gittiğim Mor ve Ötesi konserinde gördüğüm oranla çok daha büyük sahneydi. Sahne çim amfinin tam ortasına kurulmuştu. Konser öncesinde RadyoOdtü'den alışık olduğumuz parçalardan hazırlanmış bir derleme dinledik. Güneş batmadan, "çimlerde yayılma" olayını gerçekleştirdiğimiz bu sıralarda, amfi yavaş yavaş dolmaya devam etti, sonunda boğucu bir kalabalık olmadan, herkes rahat rahat amfiyi doldurmuştu. Konser beklenenden 15-20 dakika sonra başladı. Girişi Hüsnü Şenlendirici yaptı. Beklemediğimiz bir anda girdiler açıkçası, öyle büyük gösteriler yapmadan, ışıkları, sesleri yavaş yavaş yapılandırarak. Bu ilk şarkı oyun havalarının habercisiydi, klarnetin de vurgusuyla konsere ne hafif, ne ağır bir giriş yapılmıştı.
Sahnede sayabildiğim kadarıyla 12- 13 müzisyen vardı. 3 vokal eşlik etti şarkılara. Bir vokalin ses rengi Massive Attack'in sıklıkla çalıştığı Horace Andy'ninkine çok benziyordu. 1-2 şarkıda arkaya daha karanlık melodiler eklense Massive Attack etkilerini dinliyormuş gibi hissedebilecektim. Bu vokal reggae, hip-hop kısmını genelde başarıyla icra eden kişi oldu. Zenci bayan vokal ise uzun süredir dinlemek istediğim o zenci soul şarkıcısı ekolünü hissetmemi sağladı. Bazı anlarda, enstrümanlar biraz geriye çekildği anlarda vokalini dinlemek çok keyifliydi. Biste "I'm from New York. And there's one thing that we know how to do. Dance! Dance!" diyip çıldırmış bir bayandır kendileri, bu esnada vokalinin etkileyiciliği kaybolmuştu. Diğer (üçüncü) vokalin de dikkatleri en çok çektiği yer, gitaristin telinin kopmasından sonra şarkı arasında birkaç dakika süresince tel değiştirilirken araya girip doğaçlama rap-rhyme keyfi yaşatmasıydı. Konserlerden, otellerde, kısaca evden uzak bir yaşamdan, yine de sahnede çok mutlu olduğundan bahsetti. Çok sevdim kendilerini, özellikle kendi hallerinde yeni bir şeyler ortaya çıkarmaları, köklerinin sağlam olduğunu gösterdi. Herkes de alkışlarıyla bu spontane geliştirilmiş sahneye beğenisini gösterdi.
Klavye başında siyahi bir müzisyen vardı kısacık saçlarıyla, sarı tshirtüyle (efendim yıllar sonra şu yazıyı okuduğumda görsel şeyleri de biraz olsun hatırlamak istiyorum, napıyım:) ) Klavye genelde rhodes piyano havası kattı müziğe, ve bu çok hoşuma gitti:) Arzu ettiğim hafif chill-out, acid-jazz havasını biraz hissedebildim o şekilde. Sahneyi takip ederken bir anda farkettim ki, kendisi klavyeyi bırakıp trombonunu (sanırım) almış eline, bir yandan trombonun tuşlarına, diğer yandan klavyenin tuşlarına, akorlarına basıyor. Fazla çaktırmadan karizma yaptı bence. Bir şarkıda da sahne ortasına geçti, Hüsnü Şenlendirici'nin karşısında durdu, ve bir nevi atıştılar bas-bateri falan devam ederken. O anı sanhenin önünden izlemek çok keyifliydi, sahne içi iletişimleri çok etkileyici olmasa da oldukça akıcıydı.
Sahne önünde durup, kaçırmadığım için çok sevdiğim bir görüntü daha vardı. Hüsnü Şenlendirici'nin kadrosunda yer alan kanuni, uzun bir solo çaldığı kısımdan sonra heyecana gelip, kanunun bir sapını havaya kaldırdı, bir rock yıldızı gibi :p Bu Türk ekipde yer alan diğer enstrümanlar da darbuka ve konser genelinde geride kalmış bir bağlama idi. Darbukanın da kıvrak havası pek hissedilmedi konser genelinde. Bu vasıtayla ritm kısmından devam edersek, karşımıza bir davul ve bir de perküsyon çıkıyor. ( kaç kişi oldu sahnede şimdiye kadar? :) ). Davul, ne yazık ki istediğim o bol varyasyonlu aksak ritmleri çalmadı. Müziği çok iyi şekillendirdi, orası ayrı. Davul, müzikal olarak keyif vermekten biraz uzak, oynatmaya ise -diğer perküsyonlar da dahil olunca- kesinlikle çok yakındı.
Sahne bu kadarla bitmiyor elbette. Kovboy şapkasıyla uzaktan da yakından da sempatik tavırlı bir basçı vardı. Sapkasıyla, en Amerikan görünen kişi oydu kesinlikle. Konser boyunca basları çok rahat duyduk:) Gitarist ise genelde ska-reggae ritmleriyle, zaman zaman ön plana geçecek şekilde yer aldı. Bir şarkıda yüksek drivelı bir solo atmaktan da geri kalmadı. İlginçtir ki bu şarkı, gitar telinin atması sonrasında çalınan ilk şarkıydı. Artık şu insanlara biraz gitar dinleteyim, bu kadar beklediler diye mi düşündü bilmiyorum:) ama eğer öyleyse cidden ve müzikte doğaçlama olarak yer aldıysa, buradan tebrik ediyorum kendilerini ve grubu, çünkü şarkıyı çok iyi oturmuştu.
Grupta en beğendiğim detaylardan birisi, şarkı içinde, farklı enstürmanları farklı anlarda kullanarak, müziği akış içinde farklı türlere çekebilmeleri oldu. Çok keskin dönüşler değildi, ama sahnedeki ışık değişimleriyle de beraber, ortamın oluşmasına çok katkıda bulunuyordu. İnsanlar genel olarak eğlenmek istediğinden, biraz hareketten uzaklaşınca müzik, geri dönüşler bekleniyordu sanki. Tekrardan yükseliş olduğunda herkes oynamaya devam ediyordu, özellikle son şarkılarda.
Evet, sona değinmişken, bislerden bahsetmeden olmaz. Konser başladıktan yaklaşık 70 dakika sonra, sahnede seyirciyi topluca selamlayıp (elemanları saymaya çalıştım:p) sahneden ayrılmaya başladılar. Ama ayrılamazlardı öyle, pek de niyetli değillerdi zaten. "bi daha" sloganları eşliğinde (again diye bağırmaya çalıştık, olmadı tabi, beceren olursa helal:) ) sahneye tekrardan döndüler, zaten bir bisi herkes bekliyordu. Türk motifleriyle daha çok oynattılar geri döndükten sonra. Tanıdık melodiler girdi hep, Hüsnü Şenlendirici de enstrümanını ortaya çıktıkça herkes daha bir keyifle eşlik etti müziğe. Tabi bu bis uzun sürmedi, 15 dakika sonra tekrardan toparlandılar, bazı seyirciler de yavaş yavaş ayrılmaya başladı çim anfiden. Ancak bazılrına yetmemişti konser (mesela bendeniz) , tekrardan tezahüratlar eşiliğinde geri döndüler. Bu sefer Hüsnü Şenlendirici yoktu sahnede. Kanuni de darbukaya geçmişti. Önceden bahsetmiş olduğum "New York'ta dans ederiz biz" açıklamasından sonra, göbek havasından modern dans altyapısına döndüler, elektronik piyanolarla başlayarak. Bu ya da bir önceki biste Türk ekipteki müzisyenler de sahne ortasına geçmiş kurtlarını döküyorlardı. Ve 3. kez seyirciyi grupça selamlayarak, alkışlar eşliğinde sahneden son kez indiler.
Brooklyn Funk Essentials'ı konser öncesinde hiç dinleyemediğimden dolayı, tüm şarkı setini ne yazık ki listeleyemeyeceğim. Şarkı isimlerinden çıkarabildiğim kadarıyla İstanbul Twilight ve You Don't Know Anything şarkılarını konser sırasında işitmiştim. Genelde In The Buzzbag isimli albümden şarkılar çaldıklarını söyledi bir arkadaş, normaldir dedim, malum ülkemizde en bilinen albümleri sanırım.
Elimde bu yazıya ekleyecek 1-2 resim olmasını çok isterdim. Yakında birkaç poz ekleme şansım var, bu yazıyı takip edin:)
Son not olarak şunu eklemek istiyorum. Bir süredir sanatçıların isimlerini aramama rağmen internette, ne yazık ki elemanların isimlerini bulamadım, resimlerden "işte bu" diye çıkartamadım hiçbirini. Eğer bilen varsa, Brooklyn Funk Essentials'ın günümüzdeki kadrosunu öğrenmeyi çok isterim.
Bir yazının daha sonuna gelmiş bulunmaktayım. Konser yorgunluğuna eklenen bu hatıra yazma yorgunluğuyla beraber, uykuyu aramak üzere şimdilik hoşçakalın.
aDiL
20070617
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder